28 Mart 2013 Perşembe

MATRIX

Rüya tabirleri... Tabir... Rüyada gelen işaretlerin dili. İşitme engelli dili gibi kendine özgü bir alfabesi var. Mesela 'rüyada zürafaya binmek, bir yükselişe, hızla gelen bir başarıya delâlet. ' Yani işte, zürafa çok uzun boylu ya, ordan yüksek bir yere tırmanmaya bağlıyor kafasında teyzeciğimiz. Bak, bak hayal gücüne bak. Kafada hemen turuncu ve devasa bir zürafaya biniyor. Bi' bakıyor, yüksek bir yerde! Adrenalin , mutluluk, renkler derken, kendini mükemmel bir duygunun ortasında buluyor. Uyanınca ve uyanıp gerçek(!) dünyaya dönünce, o rüyasındaki öz halini unutuyor. Rüyasındaki o öz halini inkar etmek için antin kuntin bahaneler buluyor. Tehlikeli ve ürpertici değil mi? Bizi kendimizden alıyorlar. Neymiş ' bir yükseliş olacakmış' falan... Oysa insan, o mükemmel duyguyu ancak gerçekten bir zürafanın üstüne binerken yaşayabilir, öyle işle güçle değil. İnsan varlığı, vahşi doğa ile olan eski dostluğunu özlüyor. Çok eskilerde, ayılar, filler, zürafalar, kualalar, baykuşlar ve insanlar beraber yaşıyorlarmış. Beraber, yakın, birbirlerini görerek. Ama... Biz... Hiç zebra falan göremiyoruz? Neden böyle uzak durdular bizden. Hayatta kalabilmek için bizden bu kadar uzağa gitmek zorunda olmalı çok acıklı değil mi? Bir felâketten kaçarcasına yok olarak uzaklaşıyorlar bizden.Zavallı biz... Biz hayvanlarla yeniden dost olana kadar iflah olmayız.

not: yazıyı dinlemek için tıklayınız:
http://www.divshare.com/download/23930251-c34




27 Mart 2013 Çarşamba

'YANLIŞLIKLA'

Gecenin bir yarısı paldır küldür tam karşıdaki eve taşındılar. 'Kendilerini bu eve attılar' demek daha doğru olur. Sesleri duyan herkes pencerelere üşüştü, telâşı ve kalabalığı gören, sessizce yatağına döndü... Kalabalık. Apartmanların ortasında unutulmuş küçücük bir gecekondu ve içeri girip çıkan 8 kişi. Görende merak ve tedirginlik uyandıran 8 kişilik bir paragraf. Ev, bir çiçeğin tomucuklanıp açışını aylarca çekip 1 dakikada gösteren bir belgesel gibi günden güne hayat dolacak, kimsenin haberi yok henüz...
Eve ilk girenin adı Mehmet olmalı; burdan bakıldığında tam bir Mehmet; Memed hatta... Dürüstçe çalışarak bu yaşına kadar gelmiş; 45 dolaylarında. Öfkeli ve mert. Beni böyle pencereden röntgencilik yaparken yakalasa, sert ve kemikli yüzüyle yaklaşıp, öldürücü bir cümleyle beni kınardı; ben de 2-3 gün susup sindirmeye çalışırdım sanırım. Neyse, şimdilik güvendeyim...
Eve ikinci giren, bütün küçük kolileri taşımayı iş edinmiş bir oğlan çocuğu. Memed' in oğlu olmalı; Nihat. Nihat! Büyümüş de küçülmüş, dersler iyi, gözü hep kadınların bacaklarında. 8 yaşlarında bir tilki. Ay! Ailedeki kadınlara 'lak! lak!' lâf yetiştirir bu kesin.
3 Numara... Merakımı cezbetme başkanı, kraliçe, sır küpü genç kadın. Yabancı olduğu belli; rus, azerì filan olabilir. 20 yaşında var, yok. Bence adı Nadya olsun. Hem ecnebî, hem peçeli, hem de böyle erkek egemen bi toplulukta el üstünde tutuluyor. Kimsin sen Nadya? Neden burdasın? Peçenin içine ne giydin? Ve... herkes sana neden prenses gibi davranıyor. Meraktan çatlamak...
Dört. En ağır yükleri taşıyan er kişi. Kadir... Kesin Kadir bu... 30 küsûr, Kadiyur... Her hâliyle maço, her hareket testosteron ama gel gelelim pembe yanaklı bir mülâyim surat. Meselâ 'ilk pilot' , 'kalp kapakçığı ameliyatında eline su dökülmeyen genç cerrah' falan gibi tipi. Kuvvetli, yerel ve geleceği parlak. Bundan sonra sokakta Kadir'e denk gelirsem, eteklerim 'yanlışlıkla' uçuşacak.
Eve giren beşinci kişi tam bir afet. Dünyadaki her bebeğin süt annesi, yaptığı yemekler unutulmaz lezzetli, 40'lı yaşların başında ve hem etine dolgun, hem çok neşeli. Bu kesin Memed'in karısı, Kadir'in ablası, Letafet' in ta kendisi.
Röntgen kurbânı 6... Ben böyle güzel kız görmedim. Çıtırık, incecik, kapkara. Gözler bal rengi, bal akıyor saçlarından. 11 yaşında gibi. O gözlerdeki hüzünlü bakış, sanki önceki hayatlarından kalmış. Güzel kuzu. Şimdiden ağırına gitmiş herşey. Belli ki kavgacı. Hakkını yedirmez bu fıstık kimseye. Ben 'yanlışlıkla' bir gün denk gelip sohbet ederim bu kıymetli çocukla. Adı... Adını ailesi büyük ihtimalle 'Çilem' filân koymuştur ama ben ona 'Çiçek' diyeceğim. Çiçek... Canım... Seninle çok konuşacağız...
Yedi. Of! Ne huysuz tipli dede! Gıcık! Bilge tipli, hacı ve gülsuyu kokulu dırdırcı seni! Anneciğim. Kısacık bakışlarla bile yargılayabiliyor. Kibirli emmi. Osman Dede seni! Allah korusun beni görsen yüzüme tükürürsün Osman Dede. Kılığıma kıyafetime, boka bakar gibi bakarsın, sevimsiz. Ben de çıt diye bir sigara yakarım hemen, berbat bir gün geçiririz ikimiz de... Memed' in babası bu. Mutsuz. Kimbilir evin geri kalan ahâlisine nasıl kin besliyorsun Osman! Osman... Osmançığııım... Osman Dede... Şimdi burdan seslenip, sağa sola bakışını seyredeyim mi senin? Gıcık edeyim mi seni dede? Yok, yapmayacağım.
Sekiz. Ah tatlım! Letafetin akranı aslında ama sanırım aynı zamanda üvey kaynanası. Vücut 40'lı yaşlarda, kıyafetlerin bi' gözü toprağa bakıyor. Tanrım, bu kadın Osman Dede'nin bilmem kaçıncı eşi Ayşe... Beceriksiz diye evde kalmış, sonunda Osman Dede tarafından kapılmış. Sessiz, sakar, silik ve kederli. Nefes alıp verişinde bile kendine acıyan bir hâli var. Evlerden ırak, gariban kibiri. Canım Ayşe, senin öcünü Osman Dede' den almam mı ben? Osman Dede' nin başına 'yanlışlıkla' fıstıklar mı düşürmem, camìye giden yola açık saçık afişler mi döşemem...
Vay be... Tam 8 kişi küçücük bir gecekonduya taşındı dürbünümün önünde. Her biri ayrı bir tat. Bir arada ne işiniz var sizin ey insanlar? Dürbünüm üzerinizde... Hoşgeldiniz gözlerime...

25 Mart 2013 Pazartesi

HAFIZA GEZEGENİ (en sevdiğim gezegen)

Her şeyin yolunda göründüğü günlerden biri... Herkes ayakta, giyinik ve aceleci. Sıradan bir gün gibi sıkıcı ve kavgacı ve iyimser ...
Hepimiz kendimizi kaptırıp gidiyoruz . Kimisi işe, kimisi evine, kimisi sevişmeye, kimisi tedavi olmaya, kimisi sınava, kimisi kaçan topun peşinde... Kimisi gülerek, kimisi durarak, kimisi sorarak, kimisi koşarak vs... gidiyor. Ama ne olursa olsun gidiyorlar, gidiyoruz. Trafik her her zamanki gibi karışık. Peki bu günü diğer günlerden ayıran ne? Ne biliyor musun? Bu, herkesin aptalca geçirdiği son gün. Kimse bilmiyor, bilseler doya, doya şuursuzluk jübilesi yaparlardı aptallar... Bıçak kemiğe dayandı. Yok öyle artık insanlıktan çıkmak. Bilge bir çocuk durumu fark ederek olaya el koydu. Önce teşhis: 'Kafa gitmiş; kimse kökünü tanımıyor , kökenle insan arasında korkunç bir kopukluk var. Her yerden görünen, nereye baksan gözüne ilişen tehlikeli bir uçurum bu boşluk. ' Sonra tedavi: 'Bu gece herkesi uykusunda sarsacağım. Herkes bu geceki uykusunda hafızasını tazeleyecek... Sürekli ağaçlardan düşecekler, derelerden yüzerek geçecekler, bir şahinle uçup, bir ayıdan kaçacaklar... Çıplak kalacaklar, peşlerinden yabancılar koşacak, çocukluklarını kucaklarına alacaklar, ölmüş ünlülerle sofraya oturacaklar, merdivenlerden akacaklar, konuşmayı unutup koklaşmayı hatırlayacaklar, halılara kalemler sağlayacaklar, köprülerde çiçek açacaklar... Bir geyiğin gölgesinde uyuyacaklar, hafıza gezegenindeki bulutlarla, ıslak ağaç kokularıyla ve inziva tadıya uyuyacaklar... Uçurumdan atlayarak uyanacaklar... Bak bakalım bir daha aptallık ediyorlar mı?' ....

22 Mart 2013 Cuma

OĞUL

Sabaha karşı uyanıp, 'm' hafrinin elyazıda nasıl yazıldığını düşünüp buldu ve rahat bir nefes alıp geri uyudu. Rüyasına kaldığı yerden devam etti. Göğsünün içine koyu bir kıvamda yerleşen duygu, uyandıktan sonra bile birkaç saat sürdü. Su içti, televizyon seyretti, ağladı, çiçekleri suladı ve kendine geldi. Bütün bunlar olurken, evde birkaç kişinin daha olması, Derya' nın yalnızlığını bozamadı. Kafasının içinden yüzlerce sokağa girip çıktı. Sonunda karar verdi. Evdeki herkese, tam 4 yıldır sakladığı sırrı açıklayacaktı. Öyle ki, önce kendinden emin olmak istedi. Öyle saklamıştı ki bu sırrı, 'gerçekte böyle bir olay var mıydı?' diye şüpheye düştü. Kendinden bile sakladığı bu gerçek artık kendi varlığından şüphe duyuracak kadar görünmez ve zehirli hâle gelmişti. Derya' nın kalbi dün gece nasılsa zaten eriyip bitmişti. Bundan tam 4 yıl önce dünyaya bir çocuk getirmişti. Sarışın bir oğlan çocuğu. Adı Mehmet. Mehmet şimdi 4 yaşında. Kimbilir kimin yanında. Rüyasında bugünkü halini görmüştü Derya. Sarışın ve konuşkan bir çocuk. Neden saklamak zorunda kaldığını hatırlamak şöyle dursun, hamilelik dönemini, doğumunu ve çocukla ilgili herşeyi unutmuştu. Babası zaten meçhûldü. Peki bu yakıcı özlem duygusu nasıl olup da Derya' yı uykusunda bulmuştu. 'Oğlum' dedi yüksek sesle. Ailesi sustu. Sofraya renksiz bir sessizlik oturdu. 'Benim 4 yaşında bir oğlum var.' dedi. Neden bunca zaman bu özlemi inkâr etmişti? Sessizliğin rengi değişiverdi. Annesi sevindi, babası çıkıp kahveye gitti, kapının önünden simitçi geçti, kardeşleri kahvaltıya devam etti, Derya yeni bir hayatın ilk kelimesini söyledi;' Oğlum' ...


20 Mart 2013 Çarşamba

SEMA

Sema, günlerdir çok düşünceli görünüyorsun... Bu günlerde kendine biraz acımasız davranıyorsun canım. Konu ne, bilmiyorum ve sormayacağım. Nasıl olsa dilediğin zaman anlatırsın. Sadece neden huzursuz olursan ol, zamana ihtiyacın var. Acele etme. Belli ki memnun değilsin hâlinden. Belli ki yanlış bir şey var. İnsan her seferinde göremez arazını. Çok dalgınsın; dün minübüsteki adamı fark etmedin meselâ; kendi kendime kıkırdadım. Adam bıyığına, ceketine bakmadan, genç kız gibi nazlanarak 'ışıklarda incem ben' dedi, şoför duymayınca da 'inmek istiyorum ışıklarda didim amağ' dedi... Benim bildiğim Sema bu adamı kaçırmazdı... Meseleni hâllet aramıza dön bebeğim. Geyikler ve ben seni bekliyoruz. Unutma; kimse uyurken söylediklerini duymaz... Çok tuhaf değil mi? En gizli dünyanda, en gizli 'sen' konuşuyorsun ve kendini duymuyorsun... Sen bile kendin için bu denli bilinmez biriyken, kimi bilebilirsin? Belki de sadece uykusunun sesini dinlediğin kişiyi tanıyabilirsin... Bekle, kendini göreceksin...


17 Mart 2013 Pazar

MERRAK

ERKAN- (Gülmekten ölerek konuşmak, telefonda)
Feyzacığım, kusura bakma ama ben meraklı insanlara çok gülüyorum. Lütfen üzerine alınma. Ya, arkadaşım sana ne benim aldığım paradan, sana ne benim kuzenimin doğumundan arkadaşım?! Bu neyin merakı?Şimdi sen bu soruyu yapıştırıyorsun; haydiii! Şimdi Erkan düşünsün. Ne diyeceğimi bilemiyorum böyle anlarda. Pat! Otomatik cevap! Arkadaşım ben birşey gizleyemiyorum. Soruya direkt cevap verme huyum var benim. Görüşüyoruz, bi' gitmişsin, şöyle bi' düşünüyorum: Icığımı cıcığımı anlatmışım sana. Alıyor beni bir pişmanlık. Sora, sora Bağdat'ıma kadar geliyorsun ya! Komik misin? Heyecanlı mısın? Beni mi araştırıyorsun sen kızım? Dedektif filan mısın? Kim taktı seni peşime? İsim ver! Bana isim ver! Kim? Bak şu an konuşurken elimin altında beş kitap duruyor. Kafana atarım bunları yaklaşma! Kapatıyorum.

15 Mart 2013 Cuma

KAZANANI AÇIKLIYORUM

Sevgili günlük; bugün başımdan geçenleri öyle hoş bir anıymış gibi, geçmişte kalıp benden uzaklaşmış lânet bir olay gibi yazmayacağım: yazamayacağım. Bugün herşeyi gördüğüm, olup biteni bir at yarışı gibi seyrettiğim bir gün. Kelimeleri gördüğüm, uzaktan bakarak tamamlamaya çalıştığım bir resim gibi
bugün... Dinle:
'Arsız kaya' ani bir çıkışla kendine geliyor. 'Colombia Kahvesi' hızla resme girdi.
'Colombia Kahvesi', '3 numaralı başbelası' nı geçti. 'Kaygı' ve 'Heyecan' kafa kafaya birinciliğe koşuyor. '5 numaralı gamzecan' yarışmaktan vazgeçti, kendini bıraktı. 'Delikız' eşikleri birer birer atlıyor; çok hırslı. 'Urfalı sabuha' büyük bir sürprizle atağa geçti. 'Kaygı' ve 'Heyecan' hala kafa kafaya... '2 numaralı Karabulut' geride kaldı. 'Toz pembe kısrak' hızlanıyor, hızlanıyor ve 'Kaygı'ya yetişiyor, inanılmaz bir mucize! 'Toz pembe kısrak' ve 'Heyecan' şakalaşır gibi yarışıyor. Geride 'Mafya' ve 'Köylü kurnazı' birbirinin yolunu kesiyor ve kuralı bozdukları için eleniyorlar. 'Kara Sevda' yarışı birbirine katan ataklar yapıyor. 'Bilgehan'! 'Bilgehan'
atlar arasında mükemmel bir denge yaratan atağıyla hepimizi şaşırtıyor.
'Ateşli Kezban' dikkatini yarışa veremiyor, rakiplerini eleme taktikleri uygulamaktan, yoluna gidemiyor.
'Beyaz umut' ile 'Dedikoducu Ramiz' birbirine sataşıyor.
'Mertoğul' , 'Toz pembe kısrak' ın tam arkasında. Evet! Şimdi! Kimsenin beklemediği sonuç! Bu at, az kişiye çok kazandıracak! Evet! 'Toz pembe kısrak' Finish çizgisini geçti: hemen arkasında 'Heyecan' ve 'Mertoğul' !!!
Bilmem anlatabildim mi sevgili günlük...
Sabuha


13 Mart 2013 Çarşamba

AFFET BENİ HÜSEYİN

CEVDET BEY-Hüseyin...Küstün mü bana?
HÜSEYİN-...
CEVDET BEY- Hüseyin... Çok özür dilerim... Çocuğum ben çok kötü bir gün geçirdim, seni hırpaladığım için özür dilerim...
HÜSEYİN-...
CEVDET BEY- N'olur affet Cevdet amcanı... Ben huysuzun, eşeğin önde gideniyim. Büyüyünce çocuklarına iğrenç bir gibi anlat beni...Gıcık mı gıcık bir komşumuz vardı de. Böyle kamburdu de; burnunda, ellerinde yeşil kıllar vardı de; bir de kimsenin görmediği gizli uzun bir kuyruğu vardı de... Komik değil mi? Oh be! Gül şöyle... Canım benim. Sabah sen apartman kapısını öyle yumruklayınca... ben... korkudan... paniğe kapıldım işte. Yoksa bir avuç, 5 yaşında çocuğu hırpalar mıyım hiç? Özür dilerim...
HÜSEYİN-...
CEVDET BEY- Ağlıyor musun sen? Hüseyin... Hırpalayınca umursamadan yoluna giden, özür dileyince ağlayan Hüseyin... Anan, 'özür dileme, öyle şeylere alışık değil, aklını şaşırtma veledin' dediydi... Bak sen şu işe... Mağrur Hüseyin. Ağlatıcan beni de...
Sana şimdi, burada yemin ederim; senden her gün özür dileyip şımartmayanın eli kapıya sıkışsın Hüseyin;
seni yerli yersiz güldürüp sevindirmeyen köpükler içindeyken su kesilsin Hüseyin;
seni hediyelerle şaşırtmayanın rüyasına güzel kız girmesin Hüseyin;
ulan seni var ya, sinemaya-tiyatroya-parklara götürmeyen canının istediğini parası olduğu hâlde doktor yasak etti diye yiyemesin Hüseyin;
seni gözümün nūru yapmazsam ben de Cevdey Bey değilim! İbnenin önde gideniyim. Ah! Pardon! Hüseyin? Canım benim. Sözüm söz... Aha bu bıyığım üzerine and içerim...
HÜSEYİN-İyi.

11 Mart 2013 Pazartesi

HÜSREV EFENDİ GİDİYOR



Jilet gibi takım elbiselerinin içinde küçüklen adam. Şimdi mahalleli, o kimseyi eşiğinden atlatmadığı evinin içine doluşmuş, başında beklemekte. Uzaktan pek bi iyi göründüğünü bilecek yaşa çoktan gelmiş Hüsren Efendi, bu halinde bile gizliden gizliye her birinden tiksinmekte. Ne oldu da böyle eriyiverdi 56 saat içinde? Bir 'veba' dedikodusudur kulaktan kulağa gezmekte. 'Bu çağda ne vebası?' diyen diyene... Yaramaz bir kız çocuğu evin içinde, kendi söyleyip kendi gülmekte. Zilli mi zilli bu kız çocuk, aslında gerçeği tek bilen de, neyse...
Veba mı, veda mı; şimdi önemli değil de, Hüsrev Efendi bunca kıymetli eşyayı kime devretmekte? Herkesin gözü vitrinde, dehlizde, perdelerde. Kimi kimsesi olmayan bu adam herşeyini, hem de herşeyini tepelerine serpmekte. Sırayla herbirine bir mücevher; mücevherin içinde de mücevherden daha kıymetli olan bir anıyı teslim etmekte.
Kaldı bir yatak,
bir yatakta Hüsrev Efendi,
bir Hüsrev Efendi' de sevdalı bir çerçeve,
çerçevede kalakalmış bir güzel,
güzelde saydam bir boşluk,
ayakta duran pembeli bir kız çocuk. Çerçeveyle koca bir sevdayı ellerine alınca dışarıdaki babasına seslendi çabuk, çabuk : 'Hüsrev Amca veba'ya değil, heba'ya tutulmuş!!!'


9 Mart 2013 Cumartesi

DEMOGOJİ SAĞLIĞA ZARARLIDIR.



Demogoji bağımlılığı, her türlü keyif verici madde bağımlılığından daha tehlikeli bir keder bağımlılığıdır.
Demogoji bağımlısı birey, hakarete uğramaktan, hakkının yenmesinden, yenilmekten, bırakılmaktan zevk duyar. Kendisine saygı ve sevgi gibi kaldıramayacağı değerlerle yaklaşırsanız saldırganlaşır; sizden kötü söz ve davranışları söke, söke alıncaya kadar üstünüze gelir. Gözü dönmüş, beyni uyuşuk bir tinerciden daha tehlikelidir; yanınıza yaklaşırsa küfür edip gönderin. Bu sizi terbiyesiz yapmaz; sadece yaşam kalitenizi yüksek tutabilmek için bir yoksunu yemlemiş olursunuz, hepsi bu. O zaten gelecekte değil, geçmiştedir.
Bir demogoji bağımlısına göre ezilen her zaman haklıdır; nedeni, nasılı önemli olmaksızın, mağdur olanın yanına yanaşır, nemalanır.
Yakın çevresini sürekli kendi mağdur eder, bu da ağlamaklı hikayesinin bir parçasıdır.
Bir demogoji bağımlısına göre, bir hikaye ancak acıklı ve acı ise gerçektir, geri kalan herşey yalandır.
Yolunda giden şeylere tahammül edemez; herşeyi berbat etmek için balık bokunda bile boncuk arar; bulamazsa bizzat kendi elleriyle boncuk üretir: Yaratıcıdır.
Başarısından çok başarısızlıklarıyla hayatta kalır; bu durumu edebīleştirerek kendinden bahsettirmeyi sever.
Bağımlı birey, yakın çevrenizde ve bir de kıymet verdiğiniz biriyse sabırlı olmalısınız. Sevgiyle ve başarılarına destek olarak şifa vermelisiniz. Bu bağımlılık, yüksek potansiyeli olan zeki bireyleri de ele geçirdiği için, mikro ve makro düzeyde kayıplara neden olabilir.
Değerli ve zeki bir yetişkin ancak demogoji bağımlısıysa kendine acımayı ve zavallılaşarak varlığını ilan etmeyi seçer. Bu bağımlılık sinsi ve uyumludur. İlk safhalarında sizin de acıma duygunuza hitap ettiği için ve hatta erdemli bir karamsarlık görünümünde olduğu için teşhis koymakta güçlük çekebilirsiniz. Sapasağlam birine acımayı sürdürürseniz, kendinizi zamanla, şizofreni teşhisi konmuş bir hastanın, hayâli arkadaşlarını gördüğünü iddia ederek hastanın gerçekliğine dahil olan bir sahtekâr gibi hissedersiniz. İşte o zaman çanlar çalar.
Bu bağımlılığın tedaviisi aslında hiç de zor değildir fakat yüksek ölçüde güç, sabır ve sevgi gerektirir.
Yani, bağımlı birey yaşamınızın vazgeçilmez bir parçası değilse, kendinizi yormadan O'na istediğini vererek ( O'nu acılarına terk ederek) yaşamınızdan uğurlayınız. Çünkü sevdiğiniz birinin kendi değerini bilmediğine şahit olmak en çok size zarar verir. Ayrıca demogoji zulası boşalınca, sizi gözüne kestirip hemen bir dram yaratır; aniden kendinizi kalpsiz bir gaddar rolünde bulursunuz: Profesyoneldir, sevginizden faidelenir.
Merak etmeyin O'na birşey olmaz, en fazla O'nu bir müddet daha idare eden hayıflanma malzemesi olursunuz, o kadar. Nokta.

8 Mart 2013 Cuma

MEMELER

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü yazısıdır.


Hayatta kaldım. Ben aslında kuştan, böcekten, timsahtan farksız bir hayvandım. 17000 yaşındayım: KADINIM.
Doğanın tüm koşullarına dayandım. Yer değiştirerek, yol bularak, yaprakları koklayarak çoğaldım.
Hayatta kaldım. Yaşattım ve yarattım. 17000 yıldan fazladır yollardayım. Ben kadının hasıyım.
Yaşamın sürekliliğini rahmimde ve ruhumda barındırdım.
Yeryüzü ile iyi anlaşabilmek için, vücudumda yeni bir gen kombinasyonu yaptım; 'yeryüzüne kardeş insan' ı doğurdum.
Mağaralarda, bulutların altında zavallı bir yaratıktım. Üşüme diye, daha kolay yaşa diye, ilk dikiş iğnesini icat ettim. Seni giydirdim. Şimdi böyle, daha da kuvvetlisin.
Yerleşik hayata geçebilmek için çareler aradım. İlk tohumu toprağa ben attım. Sabırla, sadece sabırla, tarımcılığı insanlığa kazandırdım. Seni besledim.
İlk salgın hastalığa ben yakalandım. Bir taşın içine gömülüp, benden sonrakilerin ömrünü uzatacak panzehir oldum.
İlk mirası ben bıraktım; modern hayatın, yasal şekillerine ilk çiziği ben attım.
Ben, insanlık tarihinde devrimler yaptım. Memelerimden gelen sütün kuvvetiyle ve narince...
İmparatorluklar kuruldu, savaşlar başladı, yılmadım. Kralların, imparatorlarların kulağına sırlar fısıldadım. Sokrat' ı, Konfiçyus' u doğurdum. Sidarta' nın kadını oldum.
Ben bu dünyanın tam ortasına, felfeseyi doğurdum. Mağrur ve duruyum. Karnımdaki kesede hayat taşıyan bir kanguruyum.
Yabancı memleketlere köle olarak satıldım. Sesimi çıkarmadan çalıştım.
Başka, başka kökenlerden erkeklerle çiftleşip, türümü melezledim; zenginleştirdim. Ben en zengin denizim.
Savaşan halkların barışını sağladım. Yeni topraklara silahlarla değil, gelinliğimle adım attım. Ben tertemiz bir yudum suyum.
Ben, yaşamı koruyup güzelleştirmeye programlıyım; bunu hiç unutmadım.
Hayatta kalmakla yetinmedim; bu hayatı yaşamak için sebepler yarattım, buldum, sebeplerin başında durdum. Yeryüzündeki meyvelerin en olgunuyum.
En büyük imparatorluğun sağduyusuydum. Toprağın içine saklanan, yasaklanan bilgelerin çocuğuyum. Ben her zaman, rüzgarda gizli ümidin sesini duydum.
Topraklarla beraber ele geçirildim, katledildim. Vazgeçmedim. Dìnimi inkar etmediğim için idam edildim.
Karanlığın her halinden korktum. Bebeğimle vedalaştım; rüyamda şeytanla savaştım; uyandım. Sessizce cellâda teslim oldum. Gururluyum. Bir dìnin ayakta kalma cesareti oldum. Toprağı birarada tutan ağaç köküyüm.
Bir halının içinde gizlenerek saraylara sızdım; medeniyetlere köprü oldum. Ben, dişi kuşum.
Bilimle, felesefeyle, sanatla, zanaâtle dopdoluyum. İstemediğim birine teslim olmaktansa, yılan zehiriyle kendimi öldürecek kadar gururluyum.
Ben peygamberler doğurdum.
Dünyaya zûlümler düştü. Taşlar bile üşüdü. Saçlarım yanarak uçuştu.
Cengizhan' ı doğurdum. Bireysel mücadeleyi, birlikte mücadeleye dönüştürmeyi öğrettim. Cengizhan, dünyaya refah mirası bıraktı; İpekyolu açıldı.
Marco Polo'yu, Fatih Sultan Mehmet'i, Leonardo da vinci'yi doğurdum.
Tüm dünyanın başından ne belâlar geçti; insanlığımızdan utanacağımız ne suçlar işlendi, değişmedim. Doğanın hazineleri için canlar verildi, değişmedim. Altın, gümüş, hindistan cevizi, laleler salladı yeri göğü; değişmedim: hep geliştim.
Galile' yi doğurdum. Çok'um ve çoğulum.
Ben 14. çocuğumu doğrurken ölünce, dünyanın en kuvvetli imparatorunun kolu, kanadı kırıldı. Benim için Taç Mahâl' i yaptırdı. Kocam yokluğumla güçten düşünce, özgürlük ve müzik toprağın en derin yerine gömüldü. Özgürlük için, eşitlik için mücadele ettim. Köle de oldum, kraliçe de...
Ben soyunun kurumasına engel olmaya çalışan aborjindim. İnsanlığı çiçek hastalığından koruyan ineğin ta kendisiyim.
Endüstri devrimi oldu; pamuk tarlalarında ölesiye çalıştım. Tolstoy'u, Lenin'i, Zimmerman' ı doğurdum. Hem bir nota, hem bir yol haritası oldum. Soluğum.
Halklar faşizmle kururken, bir ekmekle 6 yavrumu doyurdum.
Oy hakkım için mücadele ettim. Doğum kontrolü hakkım için çalışıp çabaladım. İlk doğum kontrol kliniğini açtım. Hapislerde yattım. Yılmadım. Başka kadınlarla işbirliği yaptım.Yasalarla, tabularla savaştım. Elbiselerimin içinde haplar kaçırdım, buluşumu dünyaya yaydım. Doğurganlığımı kontrol altına aldım. Üzerine bir de oy hakkımı kazandım.
Cinsel devrimi ben başlattım.
Savaşan askerlere yemek taşıdım; yaralarını, söküklerini diktim . Ben sadece vücutları değil; savaşların tüm hasarlarını tedavi eden bir hemşireydim. Kalçalarımı sallayarak köyüme dönüp, yeni doğan bebeleri emzirdim.
Sessiz ve dinginim.
Ghandi'yi, Martin Luter King' i doğurdum.
En acımasız depreme 'bana mısın' demeyen ben, haksızlığa katlanırken çok zorlandım. Özüm sapasağlam ve renkli. Şiddeti durdurmak için, özgürlük için seninle omuz omuzaydım.
Stalin' i doğurdum. Sokak aralarında tam kalbimden vuruldum.
Hiroşima'da ölen, saçları iki yandan örgülü bir kız çocuğuydum. Tam 300.000 kez yok oldum. Rüyalara
giren şeker kokulu tomurcuğum.
Sıcak ve soğuk savaşlarda senin sağ kolunum.
Beş çocuğumla ormanın içinden çıkıp, ne hale geldiğini bilmediğim dünyada 'modern' insanla karşılaştım. Herşeyin başlangıcının canlı hatırasıyım. Hayatta kaldım. Uyum sağladım.
Sanayileşen dünyada fabrikalarda çalıştım. Ben de senin gibi çalışkan bir karıncayım.
Cinsiyetimi dünyaya ilan ettim. İlk bikiniyi, ilk mini eteği yapıp giyerek sadece modanın değil; toplumsal yaşamın dengesini kurdum.
Çalıştım. Çok çalıştım. Emeğimin karşılığını alana kadar itilip, kakıldım. Seslere karıştım.
Kendi topraklarında ezilen halkımın isyancısıyım. Dışlanmaya baş kaldırdım. Belediye otobüsünde ayakta durmaya dayanamadım, koltukta kendi yerimi ve ırkımın yerini aldım. Rengimi tüm dünyaya bağırdım. Cezalandırıldım.
Cumartesi günleri meydanlara koşup, haber alamadığım evladımın izini bulmak için dövündüm. Ciğerim yanık.
Bir yemek yapıp, soframda tüm küsleri barıştırdım; sevgiye doyurdum. Neşeliyim.
Sen uyurken, bana bağırırken, sen giderken, arkandan dualar okudum. İster inan, ister inanma; ben, seni kötülüklerden koruyan büyünün suyuyum.
Tecavüze uğrayıp, üzerine bir de 'ölüm' le cezalandırıldım. Yanlış yerden bakıldığında, sadece basit bir kurbandım. Hiç yılmadım. Soyundum. Geleceğin ayak ucunda duran çıplak bir yolcuyum.
Töre cinayetlerine kurban gittim. Sevdiğim adamı koynuma almanın bedelini, ölerek ödedim. İsmim zamandan silindi. Bulut oldum, yine ağladım. Direndim. Ölüyken bile, direndim.
Sürekli şiddetin her türüne maruz kaldım: Hiç ama hiç anlayamadım: Saydamlaştım.
Pespembe bir nüfus cüzdanıyım.
Karanlık bir babanın kız çocuğuyum. Bir babanın hayatını ve ruhunu aydınlatan çiçekli bir evlât oldum. 'Kız çocuklar, babayı değiştirir, kalbini yumuşatır. Kızı olan bir adam, kolay kolay kimseyi incitemez.' dedirten pembe bir balonum.
Başarılı erkeğin arkasında değil; tam olarak yanında, aklında durdum.
Anladım. Eteklerim fırfırlı, aklım çok odalı.
Hayvanları katledip, kürklerini üzerine giymekten haz duyan, yoldan çıkmış hemcinsimi terbiye etmeye çalıştım.
İnsani koşullarla asla ilgisi olmayan elmas madenlerindeki emekçileri umursamayan; tırnak kadar bir taş parçası için hayatındaki adamı 82 ay borca sokan hemcinsime, herşeyin başladığı noktadaki 'kadın' ı hatırlattım. Ağladım.
Kadınsal gücünün sonsuz zekâsını, iblisçe meselelere sarf eden hemcinsimle uzlaştım; zorlandım.
Aşık oldum. Gökkuşağını saçlarıma doladım.
Okudum, yazdım, şarkı söyledim, dans ettim, oynadım, resim yaptım, dikiş diktim, pişirdim, arındırdım... vs... vs... Övünmedim. Öylece, doğam gereği, kendiliğimden böyleyim... Bir kahve fincanın kenarındaki öpücük iziyim.
Hayatta kaldım. Belki de herşeyin başındayım. 17000 yıldır aynı heyecandayım. Tuğla gibi bir kitabın sayfasında, kurabiye kırıntısıyım.
Sevgiye ve saygıya lâyığım.
Sütüm şifalı: Sütüm, hiçbir ayrıma müsade etmeden, her kökenden bebeğe, aynı ölçüde, aynı sevgiyle helâl... yanaklarım pembe, verdiğim emek beyaz. Bugün benim günüm. Bugün, varlığıyla, emeğiyle hayatı 'güzel bir şey' yapan her kadının günü. Günümüz kutlu olsun.
Bugün kimse bize çiçek almasın, bugün kimse bize parçalayıcı sistemin küçük simgeleri olan objelerle gelmesin. Bugün bize içten bir teşekkür yeter...



Kaynakça:
Hayatımdaki tüm kadınlar,
Büyük Dünya Tarihi Belgeseli (BBC),
Anılar, Düşler, Düşünceler (Jung)
Şiddet ( Cogito)



6 Mart 2013 Çarşamba

SEFA BEY

Bu son. Bu son cigaram. Bunu da içip öleceğim. Tamam, tamamım ben.
Kızım büyüdü, artık kendi yolunu bulur. Karım çocukluk arkadaşıma aşık oldu, canı sağolsun. 2 kitap yazdım. Yeğenimin bisikletini tamir ettim ( parça bile arttırdım). Bir sürü şehir ve köy gördüm. Söylediğim hiçbir yalan ortaya çıkmadı (en azından, çıktıysa bile benim kulağıma gelmedi). Kimsenin hakkını yemedim. Birkaç düzine genç kadın dışında kimsenin ahını almadım ( - ki bunlar beni cehennemde sıkı bir dayağa götürmeye yeter de artar bile) . Birkaç filmde oynadım, suretim zamanda saklı. Yemediğim bok kalmadı sanki; varsa da aklıma gelmiyor. Demek ki o bokları yemeye yetecek istek ve cesareti toplayamamışım.Artık en sevdiğim arkadaşlarım konuşurken, benim aklımın içinde acayip şarkılar çalıyor. Çok para harcadım, kimseye maddì bir borcum da yok. Manevi borçlarım da umurumda değil. İşte böyle umursamaz ve lanet bi' tip oldum. Son 5 yıldır, beni engelli bir delikanlı sanan genç bir kızla mektuplaşıp eğlendim. Öyle pis biri oldum. Aslında her yaşlı adam, engelli bir delikanlıdır. Öyledir tabii; evet, ben bir delikanlıyım ve evet, fiziksel engelim var arkadaş. Hem yıllardır rüyamda beni tavlayan komşu kadınla da seviştim. İşim bitti benim buralarda. Sahi? Onların bahçede bir erguvan vardı... Neyse... Aslında gitmeden son bir kez görsem iyi olurdu. Bakın. Hemen yan çiziyorum 'ölmek' fikrinden. Bir dediğim bir dediğimi tutmuyor; ne sevimsiz şeyim ben. Aman... Sadece insanım işte... Zaten benim kasımpatını sulamadan gelmişim. Ben azıcık daha durayım en iyisi. Bir erguvan, bir açım kasımpatı daha göreyim, öyle ölürüm. Belki komşu kadın yeniden- -- Öf! Kendinmden tiksindim. Maksat çiçekleri görmek; yaşamak işin bahanesi...
Ben Sefa. 67 yaşındayım. Ölmek için geldiğim bu çatıda, ölmekten vazgeçiyorum.

4 Mart 2013 Pazartesi

YA Bİ' İTTİRİP DURMAYIN AMA!!!



'Kendi kendine konuşmak' sadece kalitesiz dizlerde görülen birşey sanırdı. Oysa insan bazan sadece 'kendine' söyleyebileceği şeyler düşünebiliyormuş, anladı.
İsyan, karşına biri çıkana kadar zapt edilebilen, uslu bi'şey değilmiş. Aniden sokağa fırlayıp dırdır ederken bir yandan da bunları düşünüyordu Sare.

" Üzerinde milyonlarca göz, keskin bir sessizlik, ara-sıra fısıltılar ve beklentilerle dolu yığınla soru işareti...
İnsanı acele ettirmeyin, lütfen. Sakin olun. Ben zaten bi'şeylerin peşindeyim! Sabredin. Böyle soğukkanlı duruyorum diye sizi de teselli edecek halim var sanmayın! Planlarım var benim! Beklentilerim, isteklerim var! Herşey kendi zamanında olacak, biliyorum.Ben de öyle boş oturup beklemiyorum ki! Didiniyorum. Ya! 'Didiniyorum' filan dedirttiniz bana, ağız büze büze. Gıcık oluyorum. Ben biliyorum; hayat yoluna girecek. Şimdi ben 'tamam' desem, bu koşullara eyvallah etsem zaten biter herşey.Ama bazı şeylerin eksikliğini hissediyorsam, bu demektir ki: ben o 'bazı şeyler' e sahip olunca tastamam 'ben' olacağım. Demek ki istediğim herşey zaten bana ait. Değil mi ya! Ağacın boy atması gibi, zamanla ben de kendi şeklimi alacağım! Üstüme gelmeyin kapınıza çivi çakarım ha!
Oh be! Rahatladım... A..a! Anne? Sen burda mıydın? Kitap okuyordum, kitap. Yüksek sesle... Ezberden... Yemedin mi? ... Yemedin. Tamam. Ay, karnım ağrıdı..."


1 Mart 2013 Cuma

DEĞERLİ HAYATSEVERLER

Uzun zamandır sırasını bekleyen huysuz ve tatlı amca... Öyle söylene, söylene; kıpırdayarak; sağa, sola laf ederek bekliyor. 'Eh, bana da sıra gelsin, iki çift lafımı deyip gideyim. Dilim şişti, sıcak bastı, bahar geldi, heyecan bastı yahu! ' diyerek dikkatleri üzerine çekti.
Ve şimdi ayağa kalktı. Ne yapıyor? Aman Tanrım, sayın seyirciler, kapıya yaklaşıyor. Yaklaştı. Olamaz, kızarmaya başladı. Kalp krizi mi geçiriyor? Hayır. Yumruklarını havaya kaldırıyor. Merak içindeyiz sayın seyirciler. Birine mi vuracak? Aniden sloganlar atmaya mı başlayacak? Hiçbiri! Hiçbirini yapmıyor. Kapıyı yumruklamaya başlıyor değerli seyirciler. Amca çok öfkeli. O da ne? Ağzından tükürükler fışkırtarak bağırıyor. 'LAAAAĞĞNN! AÇIN LAN! İKİ ÇİFT LAFIM VAR!'
Yumruğu, kapının olmadık bir yerinden içeri giriyor. Öyle ki, elini geri çekiverse, yaralanacak. Odadakiler ve beklemekte olan diğer herkes heyecan kesildi sayın seyirciler! Yok böyle bir şey! Yok!
Amca, bir yumruğu kapının içinde, diğeri manidar hareketlerle serbest halde duruyor. O da ne! Kapı yavaşça aralanıyor. Sadece yumruğunu soktuğu odaya seslenmeye hazırlanıyor sporcumuz sayın seyirciler. Tarihi bir an. 'Hayatta kalma sporcusu amca', bir kapıyı değil, bir kuralı kırdı:
'Bihaber yaşamayı seçenleri uyandırmama.' kuralı. Artık dönüşü yok, belli ki konuşacak. Ve evet sayın hayatseverler, şimdi de- - Durun! Konuşuyor!
'Lan! Bakın bana hele. Bu kapıyı kıran yumruğuma bakın. Bu yumruk kadar göt yok hiç birinizde. Ben, zoruma giden bir laf işittim diye tam 7 sene evvel çektim kapıyı, çıktım. Bunca yıl işte bu ellerimle tamirat yapıyorum. Bozuklarınızı, kırıklarınızı, döküklerinizi onarıyorum. Evinizin doktoruyum oğlum ben! Siz kimsiniz de bana saygıda kusur ediyorsuz? Kimsiniz de karınızın, kızınızın namusunu benden koruyorsunuz beceriksizler. Ulan ben ampul takmak için, en üst rafa uzanmak için, çivi çakmak için bile çağırıldığımı bilirim be! Bu kadar mı iş tutmaz eliniz? Bu kadar mı erkeksiniz? Hem kocalık görevlerinizden birini yerine getirmem için çağırın, hem de sapık muamelesi yapın. Yazıklar olsun size... '
Sessizlik. Sessizlik, bulanıklık ve bir bulantı oldu sayın hayatseverler... Nefesler tutuldu; içerideki adamlar küçülüp bozuldu ve yanıt bekleniyor. Yanıt gelecek mi? Yoksa- Evet, amca yeniden alıyor sazı eline.
'Ulan! Ulan ben sizin âdi önyargılarınız yüzünden yıllardır bir kadının sigarasını bile yakamıyorum lan! Hiçbir kadının canın yakmamış olan ben, bir sigara yakmaya, bir kadının gözlerine bakmaya çekinir oldum. Adam mısınız lan siz!'
...
GOOOL!!! Ve top ağlarda sayın seyirciler! Gol oldu!!! Amca, bir canavarın kalbini söker gibi söktü yumruğunu kapıdan; kanlar içinde kalarak, içeride küçük adamcıklar bırakarak sahayı terk etti.
Bu maç burada bitti sayın seyirciler... İyi günler.



'