27 Nisan 2013 Cumartesi

CANGAMA’DA HAFIZA OYUNLARI




‘Hiçbir şey yanlış bir tercih kadar sıkamaz canını. Acıma. Vazgeçmekten korkma; kendine yakışanı bulana kadar, gerekirse terlikle, gerekirse yalın ayak yürü ama git... Kendi ayakkabını bul ve devam et...’ (Topuklu Ayakkabıyla Yürüme Sanatı)

‘Öncesi bilinmez ama, birbirlerini ilk kez -gerçekten- bir gemide görmüşler. Kucaklaşıp bir olmuş, insan gibi-hayvan gibi sevişip birbirlerinin olmuşlar. Bir ağaçta yaşayıp; gülüşüp, ağlaşıp; çalışıp, çabalayıp; sevişip, aşk yapıp; koşup, düşüp; uyuyup, uyanıp daha da büyümüşler.’(Sincap ve Sincap)

‘Fakat tam dikiş tutmuşken hayatta bazı değişiklikler oldu… Her şeyi sorgulatan yeni bir hayat başladı; sokakta. Siz evinizin içindeyken sokakta yeni bir hayat başladı beyler. Bir süre dışarıdan gelen sesleri duymazdan gelseniz de, birbirinizden gizli pencereden bakıp, bakıp iç çektiniz.’ (Gizli Özne)

‘Bir kızın en mutlu hissettiği an babasının salladığı salıncakta kıkırdayarak gökyüzüne uçtuğu andır..’ (Ih…)

‘Onca korkuda bile aklına gelmeyen ‘ev yolu’, ayağının küçük parmağını taşa çarpınca ağlayarak koştuğu bilindik bir yol oluverecek belki.’(Arzu’ lar?, Hayal oldu?)

‘Köpüklü şarkılarla, ay ışığında yıkanacağıma;
zannetiklerimle anladıklarımı tanıştıracağıma söz veriyorum.’(Söz)

‘Hani çok yorgun ve uykusuz olduğun halde bir türlü uyuyamadığın gece vardı ya… Hani o gece uyku kaçağından faydalanıp kafana sızan bir sahne oldu; belirli birine bir türlü gerçekleştiremediğin bir konuşmayla başlayıp tamamen senin lehine sonuçlanan bir kavgayla biten sahne… Hatırladın mı? ‘(O Ses)

‘Ben sadece zamandan ve mekandan bağımsız bir gerçeği seninle paylaşarak hayatını kolaylaştırmak istiyorum, izninle.’(Müsademizle)

‘Bak ustabak, bak ‘Seda’ derken bir serinlik geliyor etrafa ya…’(Havuzlar, Sorular,Sevgililer….)

‘Gözlerimizin önünde, yıpratıcı bir yavaşlıkla küçüldüler, minicik kaldılar.’ (Kimse var mı?)

‘Pazar suskun, geçkin bir kızdır.
Rahatı yerinde, uykusunu almış, iştahı açık bir çocuktur.
Tüm gezegene sessiz şarkısını söyleyen eski bir yıldızdır.’(Pazar)

'Ama' demiş kadın; 'ama o tilki de ben neyim? Şunu iyice bilin: Ben de her halimle birtilkiyim... ve burası kürkçü dükkanıysa hiç de öyle geri dönmek niyetinde değilim.' (Şeker mi sandın ilacı?)

Vs… Ev arayan kafası kırık kadını, Vicdan Hanım’ ı, Suskunluklarımızı, Bir bukalemunun başından geçenleri, adımlarımızı gözden geçirelim mi? Birlikte anılarımızı tazeleyelim mi?  Bu hafta Cangama’ yla yeni tanışan okura, birlikte ‘merhaba' diyelim mi? Yazıları okuyup paylaşarak, haftayı sanal alemin meddahları gibi geçirelim mi?

29 NİSANPAZARTESİ-5MAYIS PAZAR TARİHLERİ ARASINDA, CANGAMA’NIN ESKİ YAZILARINI BİRLİKTEHATIRLAYALIM; KAKIRDAYALIM; GICIK OLALIM; OYUN OYNAYALIM; GEYİĞİN ÖNDE GİDENİNİ YAPALIM! İYİ EĞLENCELER…


24 Nisan 2013 Çarşamba

GÖÇEBE'NİN BELKİ'Sİ

Devasa binaların arasında çok güzel bir bahçe varmış. Küçücük, yeşil ve beyaz bir bahçe. Bu bahçede, belki de binalardan daha yaşlı bir ağaç varmış. Pardon, 'yaşlı' dedim; 'olgun' demeliydim. Nezâketimi takınayım.
Bir gün bina sakinlerinden biri ağlayarak girmiş bahçeye; kucağında bir saksı; saksıda pembe çiçekler. Şişmiş gözlerle, küçük ve kesik adımcıklarla bahçeyi şöyle bir gözden geçirip, saksıyı bizim 'olgun' ağacın dibine koymuş. Pespembe çiçeklerleri ve fırfırlı yapraklarıyla sardunya, neşeli bir genç kız gibi bahçeye taşınmış. Ağaç çok ama çok heyecanlanmış. Yıllardır uykusunu alamamış, yıllardır heyecanlanmamış; işte bugün bayrammış... Şimdi aklı, tam ayak ucundaki sardunyadaymış. 'Hoş geldin.' diyerek genç kızı selamlamış. (Of , ne kaba sabaymış; hoş bir iltifat bulamamış! )
'Hoş bulduk! ' demiş sardunya, ' Nihayet bahçedeyim!' ...
Günler ve rüzgârlar geçmiş, bahar gelmiş. Daha doğrusu bahar, bir görünüp bir kaybolan serseriymiş. Çiçek mi açsın, küçük yapraklarla yeşillensin mi bilememiş bahçe sakinleri. Ne nazlı, ne uçlarda yaşayan, ne gelmez baharmış; doğa homurdanmaya başlamış. Olsun, baharın bugün-yarın gelme olasılığı bile, ruhlarda çoktan dalgalanma yaratmış. Bizim ağaç, saksıdaki sardunya'ya sırılsıklam aşıkmış! Gelgelelim, bir türlü açılamamış. Düşünmüş;
'ben bir ağacım;
köklerimle çok derinlere tutunmaktayım;
kıpırdarsam canımı toprağa bırakırım;
bu deli-dolu kızı nasıl yanımda tutarım? ,
diyelim ki sevdi beni, kaldı ayakucumda,
bu pembe adımlı tazeyi, zapt etmeye nasıl kıyarım?,
iyisi mi ben, hiç ayak bağı olmayayım. '...
Kararını vermiş; ilk iş, bol yapraklı bir dalıyla, pembe kızı gölgelemiş. Önce saksının yerini değiştirmiş bahçevan, sonra alıp götürmüş sardunyayı, ağacın ayak ucundan.
Ağaç , sardunyayı sevmekten vazgeçmiş mi? Hayır.
Sardunya kızımız göçebe hayatı sevmiş mi? Çok...
Peki ağacın köküne karışıp, çiçeklenerek yerleşmek ister miydi pembeli kız? , Belki ; belki de çok isterdi. Ağacın yanında kalmak, belki de düşünün en pembe yeriydi... Bu 'belki' yi ağaç hiç öğrenememiş... Kızı sadece uykularının bahçesinde öpebilmiş...
Sevgi bazan böyle birşeymiş... Ağaç ise yeşil, bilge ve sevmeyi en iyi bilenmiş.




22 Nisan 2013 Pazartesi

ŞİMDİ RENGİ

Sıkıntı ve yorgunluk, oda sıcaklığında birbirine karıştı... Sen soluduğun havadan zehirlendiğini bilmeden, ne uykular, ne korkular, ne sabahlar, ne gelgitler yaşadın. Havaya dolan, rengi kaçık sesleri soludun; bilmeden; usulca.
Sonra...
Gezegenler kıpırdandı; başlı başına bir dünya olduğunu hatırlatan bir ışık geçti evin içinden. Bir kuklanın, kukla olduğunu anladığı andı. Heryerine dolaşmış ipler aniden gözle görünür bir hâl aldı. Özgürlüğünü ilân etmenin tam zamanıydı.
Adımların hafifledi, yeryüzü mavilendi.
Küçük bir kız çocuğu olup, her sabah pencereye koşup yazın yolunu gözlemeye başladın. Sabırsız, neşeli, turuncu ve 3 yaşında bir kız. Mektup bekler gibi yazı beklemeye başladın. Her sabahın sorusu: 'Anne yaz geldi mi? O' nu çok özledim!'
İplerinden sökülmeye başladın.
Önce eşya ile ilişkiyi çözdün. Eşya ile iletişime geçtin. Objelerin yerlerini değiştirdin; topluca çöpe atılanlar oldu, yer açıldı. Kendi güneş sisteminde, kendi yörüngene zıpladın.
Kapılar açıldı.
Sadece duymak istediklerine açık olan kulakları, hepten işitme kaybına uğrayanlar dışarıda kaldı...
Paralelleri ve meridyenleri sevgi sarhoşu edip, yepyeni bir zaman dilimi yarattın.
Dondurmalı, çikekli ve çikolatalı bir tat yarattın.
Eve ışık vurmaya başladıkça renkler ve sesler çoğaldı; yumuşadı: Uçucu bir sevgi herşeyi ve herkesi kutsadı. Çilek kokusuyla büyüler yaptın.
Durduğun yerde ve kendiliğinden bir gelin çiçeği düştü kucağına ve sen bunun anlamıyla yeni bir mevsime başladın. Yıldızlar ve papatyalar uçuştu saçlarından.
Tanıştın.
Kuvvetli ve koruyucu dokunuşunla bir sevgiye sevgi kattın.
Bardaklarda ikram edilen müziğin serin buğusu masanın üzerinde küçük ve iyilikle dolu bulutçuklara dönüştü...
Kendine 2 numara büyük gelen bir çift ayakkabı giyip, yeni ve büyük hayatına adım attın. Ayakkabılar seni bir yerlere götürdü; hiç ses çıkarmadan keyfine baktın...
Şarkılardan örülü bir salıncakta sallandın.
Kelimelere zaman tanıdın; bir şapkanın altından düşünce baloncuklarını üfledin.
Kendini, yaptığın ve yapmadığın şeylerin öfkesiyle, dövdün. Hem de öyle,böyle değil; kafan, gözün, dişlerin dağılana kadar yerlere atıyorsun kendini: göz göre göre, bir evden dayak yedin. Çok rahatladın.
Bir şiirin içinden küçük bir kuş gibi kaçtı öpücük, dudağına kondu: Saçlarından uğurböcekleri uçtu:
Bisikletli bir çocuk, iki elini birden bırakıp bulutlara uçtu.
Ayaklarının arasından trenler geçmeye başladı, yeşile dönerek...
Hayatının her yerinden geçecek bir akerdeon sesi kazandın. Bundan böyle, senin sokaklarından geçecek yabancı bir çocuğun, notalarındansın.
Beklenen herşey ve herkes yola çıktı. Yaklaşanlar ve hatta kapıyı çalanlar oldu. İnancınla dost oldun.
Aşk; uykulara, duygulara, ülkelere ve pembe perdelere değerek, yol aldı.
Bir kedinin rüyasında insanlar karşılaştı.
Büyü yaptın. Tuttu.

17 Nisan 2013 Çarşamba

UCUBELER DE KAHRAMAN OLUR

Merhaba; ben Nadir. Bu günlerde yıllar önce geride bıraktığım 'huzursuz ruhum' bana döndü... İnancımı sorgulamaya başladığım gecelerden birinin sabahıydı... Yorgun ve kirli bir sabah... Huzursuz ruhum' un geri dönebilecek cesareti nereden bulduğunu düşünmeye başladım; nerede açık bir kapı bıraktım? Aklımın kaygılı kapısı aralık kalmış olsa gerek; üşüştü adını bile hatırlamadığım korkular... Ama çok ilginç birşey oldu. Tam penceremin önünden gelen akerdeon sesiyle bir kez daha uyandım; hayata ve huzura uyandım. Müziğin sesini duyunca hemen üstümü açtım; üstümde ne var ne yoksa çıkardım; müzik yağsın üstüme diye; aramızda hiçbir engel kalmasın diye... Utançlarımdan yıkandım. Telefonum çaldı, bilmediğim bir numara. Normalde asla açmam ama dışarıdan gelen her şeye açık bir aptaldım. İyi ki açmışım. Telefondaki kuvvetli ve babacan ses, numaramı ortak bir 'dostumuzdan' aldığını ve karısının kalbindeki ritm bozukluğu için benden yardım istediğini söyledi. Ben, nefes uzmanıyım. Hindistan' da nefesle hayatı ve bedeni yoluna koyan bir eğitim aldım ve burada da nefes ile tedavi çalışmaları yapıyorum. Adama öğleden sonra ofisime gelebileceğini söyledim, tek başına. Çünkü önce bu adamı görmek
ve karısının hayatına bu kapıdan girmek istedim. Bir kadının kalbinde ritm bozukluğu varsa, mutlaka hayatındaki adamın da o yeni ritmde parmağı vardır: O kalpte kadının canını acıtan birkaç şarkı çalmıştır parmaklarıyla... Adamı çok merak ettim, sesi öyle güven verici ki, yakınındaki herkes tanrısal bir koruma altında hisseder kendini. Nasıl oluyor da karısı ritmi kaçırıyor? Ofise giderken adamı düşündüm:
Sapasağlam ana aksıyla, değerli bir daktilo gibi. Ağır, ağırbaşlı ve kuvvetli. 1950' lerin arabaları gibi, insanı alıyor başka bir zaman dilimine götürüyor. Koku hafızası gibi, eşya hafızası: Yakın tarihlerdeki atalarımızdan kalma anıları anımsıyoruz. Duygularımızın hafızası bizden çok, hem de çok yaşlı. ve aslında yorgunlar... İşte bu adamda hafızayı kaşıyan eski bir ses var! Buldum! Bu adam sesiyle ve varlığıyla güven verirken, sesinin hafızada ulaştığı yerler tehlikeli anılar! Buldum. Ofiste heyecanla adamı beklerken 14 tane sigara içtim; yıllar önce bıraktığım sigara ile 14 kez seviştim. Kapı çaldı. Delikten baktığımda asla beklediğim adam olmadığına emin olduğum sıska bir surat gördüm. Ama inanılmaz birşey oldu; adam 'Nadir Bey?' diye seslendi ve bu O' nun sesiydi. Tanrım! O mükemmel ses bu ucubeden mi çıkıyor? Karısının derdini çözdüm o anda. Konuşurken ve gülerken yüzündeki bütün kemikleri belli eden bu adam! Bu adamı dinlerken gözlerinizi ondan alamazsınız, çünkü peş peşe değişen kemik parçaları, kafatasının şeklini tamamlayarak , cümlesinin sonunda bütün şekli gözünüzde canlandırabilecek sayıda görüntüyle doldurmuş oluyor aklınızı... Defterin kenarına çizip, sonra pırrr diye sayfaları çevirince yürüyen çizgi adam gibi; akıcı hareketler yaparak bir 'şekil' oluşturuyor. Çirkin manyak! Adam konuştukça yüzü değil, kafatası görünüyor. Ama ses?... Ses şahane...
Sesi ve görüntüsü birbirine karışmış kanallar gibi;
radyoda hışırtıyla karışık şarkı dinlemek gibi;
telefon tam çekmiyor gibi;
yanlış biri Bruce Willis' i seslendirmiş gibi;
çok ciddi bir ortamda kulaklıkla erotik çağrışımlı sesler dinler gibi;
işte! Ne bileyim! Allak bullak edici. İnsanın gözünü ve kulağını birbirine düşürür bu adam; 'sen yanılıyorsun!' , 'hayır efendim, sen yanılıyorsun!' diye...

Adamı içeri almadım. Kalbimde bir, iki ritmin kaçtığını hissettim. Henüz kapının önündeyken telefon edip bir tavsiyede bulundum. 'Eşinizin sizi göremeyeceği kadar uzaklaşıp, kendisiyle telefonda konuşun, her şeyi... Ve sonra sizi hiç göremeyeceği bir yaşam kurun...'
Of! Adamın elektrikli etkisi, kendi gerilimimi unutturdu bana. Hızır gibi yetişti; aylarca sürebilecek bir depresyona ilk adımı atmıştım: Teşekkür ederim Ucube Hızır ...



15 Nisan 2013 Pazartesi

OSMAN DEDE ('YANLIŞLIKLA')



Gece, sabahın kucağında uyanırken;
gün daha bebekken;
erkenden çıkıyor evden. O çıktıktan kısa bir müddet sonra sabah ezanı okunuyor. Bence sadece namaza gitmiyor Osman Dede. Bence O, vaazlarıyla ve mükemmel sabah ezanıyla ünlü bir imam. Öyle güzel ezan okuyor ki...
Sulu bir maviliğin içinden geliyor sesi...
Osman Dede yaşadığı herşeyi üzerinde taşıyan kocaman gövdesiyle, bulunduğu ortamı yeşil bir baskıya boğan bir adam...
Genç karısı Ayşe; bilmem kaçıncı eşinden olma, ortanca oğullarından biri olan Memed; torunları Nihat ve Çiçek; gelini Letâfet; gelinin erkek kardeşi Kadir ve el kızı Nadya ile yaşıyor. ... Hem onlarla, hem de onların asla eremeyeceği bir sırla yaşıyor gibi kibirli... İnanıyor.
Osman Dede, paçalarından öfke akan bir yargıç gibi yürüyor. O' na göre hepimiz bokuz. Bence...
Bence Osman Dede, askılı elbisemle beni sokakta görse önce memelerime bakar, sonra küfür eder, sonra geri dönüp eteğime tükürür... Bence yani... (Başıma gelmedi değil...)
Oysa O, sabahki ezanla dünyayı yıkayan sesin sahibidir...
Ah! Sabah ezanı... Ne güzel bi' etkidir o tertemiz saatte. Osman Hocam sen ezan okurken, ben genelde yeni uyuyor ya da su içmek için uyanmış oluyorum. Dinliyorum, kıymetli bir eserde huzur dolar gibi. Seni düşünüyorum; 'adam bu saatte camîîye gelip şarkı söyleyip evine dönüyor, değişik bir şey... ' diyerek... Herkesin evinden duyabileceği, ruhları hafifleten, ilâhi bir şarkı.
İnancın tanrısal büyüsü;
bir sürü insanın aklını kurtarmış bir yabancılaştırma efekti;
sinemaya-sanata tuz-biber olmuş dînî sanat;
bulutları boyayan, hayatı aydınlatan ses...
Diyorum ki, adam bu saatte nasıl uyanıyor? Sonra buluyorum cevabı; sen zaten büyük ihtimalle 22:00 'de uyuyan amcalardansındır. Sabah ezan okumak için çıkarken çok sessiz olmaya özenecek kadar da beyefendisindir kesin. Tertemiz ellerin, dimdik esvaplarınla, rûyalardaki aksakallı dede filan gibi bir şeysin --- dir diye düşünüyorum ben. Sen n'apıyorsun? Beni yolda görünce hayatımda duymadığım bir küfürle bana laf atıyorsun ve kanımı donduruyorsun. Bu ne cüret hocam! Bak ben sana nasıl bir yerden bakıyorum? dinle:
Sana saygı duyuyor, senin de özgürlüğün için güzel bir dünya hayâl ediyorum. Sen bana ne diyosun? : 'Sen kimsin ki!'
Aşk olsun hocam, kalbimi gerçekten kırıyorsun. Günâhı boynuna ( senin de kendince bir tanrın varsa tabii)...
Sana birsey söyleyeyim mi ? Çok samimiyim : ben var ya; senin politika biçimini takdìr edecek kadar erdemliyim de . Helâl olsun sana, politika işini çözmüşsün sen. Hiç aynı fikirde olmasak da başarını görebiliyorum. Ha niyetin iyidir, kötüdür; o ayrı mesele: Sende tuttuğunu koparıp alacak hırçın bir azim var. Sen çocuğa tecavüz edeni bağışlayıp, beni mi küçümsüyorsun! Bana küfür ettiğin gün eşsiz bir iyiliği kimseye göstermeden yapmadığımı nereden biliyorsun?
Belki ben çok büyük bir yasam micadelesinde kalbimi pırıl, pırıl tutan bir fahişeyim?
Belki az önce namazını kılmış bir öğrenciyim?
Belki senin unuttuğun çocuğunum, piçim?
Belki eli kulağında bebeğime gebeyim?
Belki daha dün cinsiyet değiştirdim?
Bekli yol bilmez, iz bilmez bir deliyim?
Belki sanatımla kalpleri, akılları serinleten kıymetli bir sanatçıyım?
Belki elini iş makinasına kaptırmış işsiz bir anneyim?
Belki bambaşka bir dindenim, dinsizim, çaya şeker atmayan teyzeyim? vs... Sana ne! Sa-na-ne! Öfkenden ya da baskı altında tuttuğun arzundan dolayı mı saldırıyorsun bana ( öyleyse gerçekten libidona sağlık.) ? Fark etmez... Çok kızdırdın beni; yine de akımı, kalbimi, ruhumu kötülüğe teslim etmeyeceğim. Enerjim temiz ve neşeli; akıl yolunda ve öğrenmeye doymayan; sanatı cennet bilen bir insanım. Sana ne! Kimsem kimim! Senin bilmen gereken sadece bu; ben insanım. Benimle böyle konuşamazsın hocam . Bu kadar çıkma yoldan 'günah'!
Oh be!
Osman Dede, kusura bakma; senin ailedeki ilişkilerini göremiyorum.
Benim için bir 'kavram' sın sen...
Gencecik, bilmem kaçıncı eşin, asla kucağına almadığın torunların, önyargıların, hacı kibìrin ve belki bir de biber dolmasını çok sevdiğin görünüyor dürbünümden, hepsi bu...
Yarın yanlışlıkla çıplak kadın fotografları döşeyeceğim yollarına, gıcıklık olsun diye...
Şimdiden özür dilerim...











10 Nisan 2013 Çarşamba

MEMED ('YANLIŞKLIKLA')



Ev günden güne güzelleşiyor. Devasa bir el, küçüklü büyüklü fırça darbeleriyle, kıymeti asırlar sonra anlaşılacak bir tablô çiziyor sanki... Taşındıkları gece bütün pencere çerçevelerini maviye boyadılar. Bu mavi çizgilerin önüne her gün yenileri eklenen çiçekleri dizdizler: Teneke yağ kutusundan, yoğurt kabından, kırmızı bir banyo tasından ve yeşile boyanmış bir çorba kasesinden saksılar, çiçeklerle doldu. Bakayım? Sanırım bir tanesine biber ekmişler; anne! Acı olanlardan; tek ısırkta kulak çınlatan zehir acı; cin biber, imdat!...
Herkes birbirinden farklı ama kendi içinde istikrarlı saatlerde giriş-çıkış yapıyor. Mutlu bir resmin içinde kıpırdayan küçük insancıklar... Sayenizde röntgenci oldum ve hâtta dedikoducu...
Memed! Öyle ciddi bir adam ki! Toprak insanı, emekçi, dürüst. 45'lik bir delikanlı. Bahçedeki bütün yabancı otları temizliyor, ailesini kötülüklerden koruyor ve ayakkabıları hep parlak.
Sabah 06:00' da evden çıkıp akşam tam 20:39' da evde oluyor. Ne iş yapıyor? Memur olabilir mi? Belki... Sık sık taşındıklarına göre dürüstlüğü nedeniyle sürekli sürülüyor. Evet, Istanbul bir memur için sürgün bölgesi... Neden adres değiştirdiklerini buldum; neden bir arada hareket ettiklerini de bulacağım. Sabır!
Memed bahçedeki çileklere gözü gibi bakıyor. Pazar günleri kızıyla birlikte çilek topluyorlar. Küçük kız bazan uykusu açılmadan kolunda sepetle çıkıveriyor: Büyüyünce çok özleyeceksin bu çikek seramonisini bebeğim, çok.
Karısıyla Memed arasında dürbünle bile okunabilen bir bağ var. İkisi de cambaz gibi hep o bağın üzerinde yürüyerek birbirlerine yaklaşıp uzaklaşıyor: Denge mükemmel ve tutkulu. Öyle kuvvetli ve öyle ince bir bağ ki; en tehlikeli yerlerden bile güvenle geçiyorlar. Ne güzel! Aralarındaki ipliksi bağda renkli ve beyaz çamaşırlar asılı;
sarmaşıklar ve şarkılar sarkıyor aralarındaki ipliksi bağdan;
kim bilir ne vakit ve kim bilir kaç kez koptuğu yerden düğümlenmiş ipliksi bağda, filmlerin ve trenlerin kokusu uçuşuyor;
rakamlar ve fotograflar tutunuyor aralarındaki ipliksi bağa;
tek tekerli bisikletler ve yıllar geçiyor üstünden, aralarındaki ipliksi bağın;
bulutlardan görünmeyen yerleri kopmuş gibi görünse de sapasağlam aralarındaki ipliksi ve yeşil bağ...
Nihat ve Çiçek adında iki güzel çocukları var. Memed kızı için gizli bir birikim yapıyor; oğlan nasıl olsa başının çaresine bakar. Ah! Babalar ve kızları. Kızı da en sevdiği rahmetli halası Çiçek' in kopyası. Ondan ismi Çiçek! Nadya' nın yazdığı mektuplar vardı ya, onları Memed postalıyor; her sabah ceketinin sol cebinde bir zarfla çıkıyor evden. Tam bahçeden çıkarken ne yapıyor biliyor musunuz? Sol adımını iki kez atıp çekiyor; sağ elini şıklatıyor ve sonra sağ ayağıyla ilk adımı alarak yola çıkıyor. Tuhaf bir takıntı. Ha! Sağ adımdan hemen önce, yerde duran fesleğeni eliyle kurcalayıp elini kokluyor bir de. Bence... Bence Memed bu kokuyu 6 yaşından beri burnunun ucunda tutmaya özen gösteriyor. Çünkü bu kokuyu duyduğu her yer Memed' e anne sevgisi ve güveni veriyor: Öfkeli babasından ve deli halasından kaçıp saklandığı kucak, annesi...
Memed... Bu gece yanlışlıkla, durağa giden yolu fesleğenlerle kaplayacağım: sokakta da o sevgiyi duy diye... Çok düşünceliyim bence...





DİKKAT! GEYİK ÇIKABİLİR!

Geyik, bütün hayvanların ideal avıdır ; insan dahil olmak üzere. Hayatta kalmak için sürekli ve ömrü boyunca tetikte yaşaması gerekir. Biri tarafından yenmek istemiyorsa.
Hızlı koşamaz, hareketini kısıtlayan kocaman boynuzları sadece yakın savunmada işe yarar. Fakat avcı o kadar yakına kadar geldiğinde artık herşey için geç olduğundan, bu yakın savunma gücü, beyhude bir çabadan başka bir işe yaramaz...
Fikirden önce savunma mekanızması devreye girer çünkü tehlikeyi fark ettiği an, hep, her şey için geç olduğu andır... Duygusu cümleye dönüşemediği için kendini savunmayı beceremeyen bir insanoğlunun çaresizliğinden daha kötüdür ve en önemlisi ölüm-kalım meselesidir. Savunmasızca ve mücadele içinde yok olur.
Geyikler genellikle kahverengidir ve bu dünyaya yanlışlıkla gelmiş gibidir...
Her ne kadar ormanlarda yaşadıkları sanılsa da kırlıklarda, çalılıklarda ve hatta kuru ormanlarda dahi bir geyikle karşılaşabilirsiniz. Çünkü bir geyik için hayatta kalmak,zaten her yerde zordur; nasılsa insanoğlu, vaşak ve kurt başta olmak üzere çok sayıda tehlikeli hayvanın tehtidi altında yaşam mücadelesi verdikleri için artık 'uygun koşullar' ı aramaktan vazgeçip her yerde, bir şekilde türlerini sürdürmeyi seçmişlerdir. Yüreği korkuyla dolu bütün varlıkların aksine, güvenilirlerdir.
Genellikle sürü halinde yaşarlar.
Geyikler güzel, lezzetli, değerli ve malesef lânetlidirler... İyimserliklerinden mi, kötümserliklerinden mi,
saflıktan mı,
tī'ye aldıklarından mı bilinmez; hiç vazgeçmemeleriyle dikkat çekerler.
Sonuçta geyiktirler ve bir vesileyle muhabbettedirler...



8 Nisan 2013 Pazartesi

AYNI ANDA


Kimisi şu anda arabesk dinliyor;
kimisi bu saatte sevgilisine sarılıp uyuyor;
kimisi sürekli ağlıyor;
kimisi az önce adice bir yalan söylemiş;
kimisi sokakta çekirdek çitliyor, bu havada ayağında terlik;
kimisi kırttt kırttt diye kalemini açıyor;
kimisi bir gölde kayboluyor;
kimisi beklediği haberi almış, sevince boğuluyor;
kimisi yalnız uyumaya alışıyor;
kimisi yıllardır yaptığı gibi pencereden dışarıyı izliyor;
kimisinin çok işi var çok;
kimisi boşluklarını doldurmak için istifçilik yapıyor;
kimisi bebeğini emziriyor;
kimisi tam şu anda bir zebranın fotografını çekiyor;
kimisi arıyor;
kimisi buluyor;
birileri giderken, birileri duruyor;
birileri korkarken, birileri geliyor;
sular akıyor, bulutlar yürüyor, bir oğlan çocuğu topa vuruyor;
hepsi aynı anda oluyor...
İşte herkes ayrı birşey yaşıyor. Hepimiz aynı zaman diliminde yaşıyoruz. Herkes sırayla tüm rolleri oynuyor. Kast hep değişiyor ama her zaman, aynı zaman diliminde kalarak sürekli hayret ediyoruz ve sürekli soru soruyoruz. Çok sayıda gezegeniz; birbirimizin yörüngelerindeyiz.
Bu anların ve duyguların hepsi bizim... Sakin olalım...
...

3 Nisan 2013 Çarşamba

MELEK NADYA ( 'YANLIŞKLIKLA' )



Nadya, 'meraksaçar' genç kadın. Sürekli pencerenin önünde. Anladığım kadarıyla, özellikle onun için tahsis edilmiş küçük, ahşap bir masanın başında her gece. Mum ışığında mektup yazıyor. Masa bilmem kaçıncı kez elden geçirilmiş. Şimdiki rengi yeşil; alttan biraz sarı ve kırmızı da göz kırpıyor, çatlaklardan. Aman canım, masaya taktım kafayı. Asıl soru; bu kadın, bu genç ve güzel Nadya, ne yazıyor, kime yazıyor? Delireceğim. Mum ışığında da, o mavi ahşap pencerenin içinde, mükemmel bir tablo gibi görünüyor. Sanat eseri gibi bir an. Mükemmel resim. Ne güzel ya?! Bir de fotograf çeksem yakalanır mıyım? Neyse... Nadya melek gibi görünüyor. İnsanlığa sağduyuyu hatırlatmak için, haksızlığa dayanamayıp dirilen mitolojik bir Tanrı tarafından gönderilmiş. Bence yani, benim hikâyemde... Geceleri mektuplar yazıp rastgele adreslere postalıyor. Yaşasın! Yakında bir de devamlı postacı karakter girecek dürbünüme. Şimdi ne yazıyor peki? Kalemi eline aldı, yukarı bakıyor. Neyse ki beni görmesi imkânsız. Filmlerdeki gibi bir gözetleme sistemi kurdum kendime. Saplantılı bir manyak mı oluyorum? Yakında obezite, alkolizm ve sakallanma başlayacak. Ay! Allah korusun, olmaz öyle birşey bana. Eğleniyorum işte. Şttt! Yazmaya başlıyor! Yazıyor:

'Annemin çocukken tırnaklarımı nasıl kestiğini düşüp sevince boğuluyorum. Annem, beyaz bir havlunun üzerine, az önce sıcak suyla yıkanmış ellerimi bırakıyor. Üzerimde uykutulumu gibi bir havlu; az önce çamaşır gibi yıkanmışım. 12 yaşındaki vücudum resmen kundaklanmış. Buğulu ve masalsı bi' ritüel başlıyor. Mekân var, öykü var, oyuncular var. Mistik ve ağaçlar altında bir tören. Birer, birer tırnaklarımı kesiyor. Canım azıcık acısa, hemen kaçmaya çalışıyorum. Sonra annemin ellerinin içinde kayboluyorum. Yumuşacık, beyaz ve düş kokan ellerini yidiğiminin! Çok şımarıkça ve melekli bir an işte. Ben hatırlıyorum. Sana da annenin ellerini hatırlatayım dedim. '
İmza : Melek Nadya
Bence... Bence tabii... Bence böyle birşey yazmıştır...
Güzel... Bu evde ne işin olduğunu ve yolunun evdeki diğer insanlarla nasıl kesiştiğini de bulacağım Nadya... Sakın bi' yere kıpırdama...


1 Nisan 2013 Pazartesi

ABDÛL NİHAT KAHRIMAN ('YANLIŞLIKLA')



(Lütfen bu yazıyı yüksek sesle okuyun ve ağzınızdan çıkanı kulağınız duysun. Seslerin akıcı dalgası gibi yaşayıp kaybolan Nihat' ı işitmek için... )

Nihat... Okuldan yakası paçası dağılmış hâlde dönüyor eve. Sıska ve sert hareketlerle çantasını, montunu, suluğunu bahçeye saçarak giriyor. Ne yaramaz ve ne akıllı kerata! Şimdiden hayâti kararlar almış belli. Tek haneli yaşı kadar ömründe, bir çok 'hane' değiştirdiğinden, gittiği yere göre savunma geliştirmekte uzman olmuş. Açıkçası uyum sağlamakta benden becerikli olabilir bu tavşan surat. Canım. Dalgalı ve akıntılı hayatı, isminin harflerinden kayarak akan canı var Nihat'ın... Şöyle tam bir isim bulacak olursam; mesela... Hah! Abdûl Nihat Kahrıman. Gürül gürül akan seslerin içinde bir isim. Nihat onca şehir değişimine rağmen, denizi hiç görmemiş. Istanbulda bile semtinden çıkıp gitmemiş deniz kenarına. Ama bence bu çakal, yakında bir otobüse atlayıp keşfeder her yeri. Kesin. Ailecek niçin bu kadar yer değiştiriyorlar, bilmiyorum henüz. Öğrenince ilk iş, yazacağım. Şimdi gözüm Nihat' ın üstünde. Yarın 'yanlışlıkla' bir bisiklet unutacağım bahçelerinde. Tam Nihat'ın boyuna göre... Cin gibi zekasıyla bisiklete binip, vakti hesap edemeden sahile kadar pedal çevirecek ve geceyi denizin dibinde geçirecek. Ev halkı meraktan çılgına dönecek. Nihat sabah ezanıyla eve dönecek. Önce Osman Dede' den, sonra Memed' den, sonra Letafet' ten sıkı bir dayak yiyecek. Olsun, değecek. Her fırsatta bu suçu yeniden işleyecek. Suyla ve denizin tadıyla tanışabilmek için daha da ileri gidecek; anadan ürüyan soyunup yüzecek . Dahasını, dahasını isteyecek. Okulu asıp balıkçı teknelerine gizlice girecek. Açılacak, bir kez denizde açıldı mı, bir daha iflâh olmayacak. Ev halkına kafa tutacak, liseyi bitirmeden balıkçı
çırağı olacak. Ev gümüş gibi balıklara doyacak, aileye bir sağlık ve serinlik peyda olacak. Sonunda bir tekne alıp kendi balığını kendi tutacak. Kaçak olarak, uluslararası gemilerde çalışacak. Çok can yakacak, çok... Her limanda, her yaştan bir sevdalısı olacak. Ama Nihat' ın gönlü çocukluk arkadaşı Şeyda' da olacak. Şeyda' yı ne yapıp edip bulacak.Kız, çiçekli bir gülümseyişle evlenmeye razı olacak. Nihat bir gün bir çılgınlık yapacak; denize gereğinden fazla güven duyacak ve olmadık bir hava raporuna rağmen denize açılacak. Ve... ve... dalgalara kapılıp denizde kaybolacak. Şeyda' nın ve daha çok kişinin eli koynunda kalacak.
'Dalgalara kapılarak denizde kaybolan Abdül Nihat Kahrıman...' Cümlenin sesli hâlinde bile 'dalgalar' ve 'kaybolmak' var ve bu isim sanki bu cümlenin öz be öz kendi öznesi gibi...
Off! Çok acıklı oldu. Zavallığı çocuğa
çok trajik bir son yazdım. Neyse , ben en iyisi 'yanlışlıkla' da olsa bahçelerinde bir bisiklet unutmaktan vazgeçeyim. Böyle bir deniz sevdasının müsebbìbi olamam. Hem... romanların, hikâyelerin ve masalların tersi çıkarmış. Ömrüne ömür kattım belki de...