28 Mayıs 2014 Çarşamba

YABANCILAR VE OTLAR



Güneş doğarken uyuyorsanız ya geceyle güzel bi dostluğunuz vardır ya da kafanıza bulaşan bi korku yüzünden geceyi karşınıza almışsınızdır... Sizi ve sizin aracılığınızla yakın çevrenizi böyle bulanıklaştıran şey ne?  
Yabancılara güvenir misiniz? Tanımadığınız insanlara? Çok yakınınızda olup tanıdığınızı sandıklarınıza? ...
Bu devirde çocuksanız bile gözünüzün önünden geçen onca şeye rağmen kendi bildiğinizden başka biçimde yaşayan birilerine yabancı mı hissediyorsunuz? Yeterince tanımadığınız insanlarla ilgili tanımlamalar ve yargılar mı üretiyorsunuz? 
Bu son iki soruya cevabınız 'evet'se bir dakikanızı rica ediyorum:
Herkesin dünyanın kendinden ibaret olduğunu sandığı dönemler vardır; bu dönemin bilimsel adı depresyon ya da daha spesifik tespitlerdir. Fakat yaşamınızın genelinde herşeyin sizinle ilgili, size karşı, sizin için, sizin yüzünüzden ve sizden ibaret olduğunu sanıyorsanız ya etrafınızda bunun bir hastalık olduğunu size söylecek kimseniz olmadığı ya da size bunu açıklamaktan bıkan yakınlarınız tarafından yalnız bırakıldığınız içindir... Akıl erdiremediğiniz, size ters gelen, ilk kez karşılaştığınız, yabancı bulduğunuz durumlar karşısında yargılayıcı bir tavır sergilemeyi seçerek çok şeyden mahrum kalıyorsunuz. Beni anlıyor musunuz? Bu yazıyı okurken kendinizi yargılanmış hissediyor musunuz? Cevabınız 'evet'se güzel bir nefes alınız çünkü bu yazı karşınıza çıkabilecek en değerli iyiliklerden biri.
Milyarlarca koldan akan hayatın içinde en basitinden en iddialısına kadar çok şeyi üzerinize alınmanız sizin için de, bunun tam tersini size açıklamaya çabalayan yakınlarınız için de çok yorucu... Lütfen rahatlayın, fikirlerinizi özgür bırakın ve aklımızın almayacağı kadar çok 'neden' olduğunu kabul edin...
Halâ kendinizi kötü hissediyorsanız bilin ki siz bir otsunuz. Bu durumda sizin dışınızdaki herkes, hepimiz de bok oluyoruz tabii... 


21 Mayıs 2014 Çarşamba

SEVGİLİ UĞURBÖCEKLERİ



Küçük bir şehirde, dilediği zaman görünmez olabilen bir ormancık varmış... Bu ormancıkta milyarlarca uğurböceği yaşarmış. Her yaz bir haftalığına kendisini görünür kılan ormancık, insanoğluna uğurböceklerinden olma kocaman bir armağan sunarmış... İnsanlar ormancığa gelip dilekler tutar, uğurböceklerinin minik benekleriyle göz göze gelip umutlarla dolarmış...
Bir sene insanların son zamanlarda ümidini yitirdiğini, canının yandığını, karanlıklarda sıkışıp kaldığını gören ormancık tatlı bir sürpriz yaparak hayata neşe katmak istemiş. Ah sevgili ormancık ne iyi kalpliymiş. Beklenmedik bir zamanda görünüveren ormancığa üşüşen insanoğlu, acıyla biriktirdiği karanlıkların da etkisiyle ormancığa aniden saldırmış; yakıp yıkmış; evet... Ormancık insanoğuluna ümidi kaybettiren kötücüllüğü yine insanoğlunun doğurduğunu hiç mi hiç düşünmemiş... Ormancık yanmış ve tabii milyarlarca uğurböceği de... Uzaklara kaçıp canını kurtarmak isteyen uğurböcekleri yanarak şehre kadar gelmiş. Minicik siyah lekeler olmuş dilekler kaldırımlarda. Yerlerden süpürmüş insanoğlu yanık hayâlleri... 
Sedeften bir ay tepelerinde gezmiş... 
Kendini ve karşısındakileri inkâr etmeden susmuş herkes; insanlar, böcekler ve üzgün palmiyeler... 
Ayın önünden 4 adam kayıkla geçmiş... 
Milyarlarca çocuğun parmaklarının ucuna değip değip yükselen, yeniden dünyanın başka bir yerine yumuşacık düşüşler yapan güler yüzlü bir dolunay yeni ümitler getirmiş... Çünkü insanoğlu, evrenin iyilikle iflâh etmeye çabaladığı işe yaramaz bir veletmiş ve eline yeniden şans geçmiş:
Çocukken bindiği bir tirenin penceresinden şapkası uçan kızı düşünen bir dede oturduğu yerde gülümsemiş... 11 yaşında bi gülüşle...
Birbirinin cümlesini tamamlayan arkadaşlar şakalaşmış...
Bir adam kadınını aklından geçirdiği an kadın adama sesini göndermiş...
Küçük bi çocuk şarkı söylerek köşeye geçmiş...
Çilekler pembeleşmiş ve en önemlisi bir uğurböceği ailesi üzülerek de olsa insanoğlunu affetmiş...
Hayatlara incecik bir ümit serpilmiş...


14 Mayıs 2014 Çarşamba

Yine mi yas... ... ...




Bugün Soma'da yaşanmakta olan akıl almaz, korkunç acı nedeniyle 
tüm evlerde
tüm gözlerde, kalplerde
tüm emekçi ellerde
tüm ailelerde
tüm dillerde ve dinlerde
tüm köylerde, şehirlerde, ülkelerde
herşeyde, heryerde
tüm gezegenlerde yasımız var...
Cangama güç, sabır, akıl, fikir diler...
Ne çok acımız var... Ah!

10 Mayıs 2014 Cumartesi

ANNELER VE GÜNLER

Artık haberlerde sürekli kaybolan, tecavüze uğrayan, tecavüze uğrayıp-dövülen, tecavüze uğrayıp-dövülen ve öldürülen çocuklar görüyoruz...
Azalıyoruz; ruhumuzun gücü ihtiyarlıyor... 
Çocuklarının gözleri önünde dayak yiyen, öldürülen anneler görüyoruz... 
Azalıyoruz; ruhumuzun gücü ihtiyarlıyor...
Büyükbaşların küçük akılları yüzünden cephede, dağda, hapishanede yok olan çocuklar görüyoruz...
Azalıyoruz; ruhumuzun gücü ihtiyarlıyor...

Maddi sıkışmalar yüzünden, görünmeyen açlıklar yüzünden birbirini kırıp geçiren aileler görüyoruz...
Azalıyoruz; ruhumuzun gücü ihtiyarlıyor...
Kargaşa, kalabalık, telâş yüzünden biriken öfkeler annlerin üzerine patlıyor...
Azalıyoruz; ruhumuzun gücü ihtiyarlıyor...
Dijital yaşam, toplumsal özgüvensizlik, gelecek kaygıları ve kendini keşfedememiş kuru insan kalabalığında ihmâl ediliyor anneler...
Azalıyoruz; ruhumuzun gücü ihtiyarlıyor...
Bugün anneler günü... Bütün bu acı içindeki anneler için ve annesi melek olmuş acı içindeki her yaştan çocuk için yıkıcı birgün bugün... Bugün Ali İsmail'in, Berkin'in, Ethem'in ve üzülerek yazıyorum ki ismi buraya ve dünyanın hiçbir duvarına sığmayacak ölü çocukların anneleri için
dayak 
gibi
bir
gün...
... 
Bugün anneler günü... Evet kapitalizmin bize para harcatmak için ilân ettiği günlerden biri...  
Fakat şu hayatta herhangi bir cümlede geçen 'anne' kelimesi akan suları, korkuları, sıkıcılıkları, karanlıkları küt diye durduruyor değil mi?...
Bence bugün, güne daha güzel bir anlam ve önem katmak için and içelim:
(benden sonra tekrar edin)
Annemi aramak ve görmek için mutlaka vakit ayıracağıma;
Antin kuntin öfke patlamalarımla annemi kırmayacağıma;
O'nu neşelendirmek için fırsat kollayacağıma;
Hayatını kolaylaştırıp güzelleştirmek için sevgiyle çabalayacağıma;
O'na ne kadar değerli olduğunu, sevildiğini ve şımartılmaya lâyık olduğunu hissettireceğime and içerim!
Çünkü anne demek mucize demektir... 
Tüm tatlı anneciklerin ve gelecekte anne olacak potansiyel annelerin gününü kutluyorum! 
Sevgiler... 


7 Mayıs 2014 Çarşamba

KAPI DİNLEMEK ÇOK AYIP Bİ'ŞEY


(Efendim beni hatırladınız mı? Hani bu sene Şubat'ın 26 sında şeytana uymuştum? Hm? Hani şeytana uyup komşunun kapısının önünde içeride olanlara 'kulak misafiri' olmuştum? Bildiniz mi? ... 
Ben yine de bi hafızanızı tazeliyeyim:
Efendim ben deniz tarih öğretmeni Fikri'yim,
Neşeliyim ve kelim,
En çok kabak tatlısını severim,
Geçenlerde bir gün İrfan Hanım'ın kapısını dinledim,
O gün bugündür yeniden dinlemek için fırsat yaratmayı iş edindim.
İşte şimdi kapının tam önündeyim.!)

Lütfü         - Hala kediye 'buğday' diye isim mi konulur ya?!
İrfan Hanım- Sana ne çocuğum! Sen önce kendi adına bak; kola şişesini açınca çıkan ses gibi: 'Lütffffü'...
Lütfü          -  ...
İrfan Hanım- Kafasız büyük dayın koydu senin adını böbürlene böbürlene... 
Lütfü: Seviyorum ben adımı.
İrfan Hanım- Herşeye bozuluyorsun, hoşuma gidiyor. 
Lütfü- Buğday nedir ya? Şu güzelim tatlı kediciğe neşeli bir ad koysan ya. Evine şenlik olsun diye getirdim ben bunu. Şu güzelliğe bak. Cici kız!
İrfan Hanım- Tamam lan! 5 yaşında kıza döndün yavru kedi görünce. Bırak elinden şunu, bende kal, sana bir iyi bir de kötü haberim var. 
Lütfü         - Hayırdır?
İrfan Hanım- Hiç hayır değil benim şuursuz oğlum. Hiç! 
Lütfü          - Önce kötüyü söyle... 
İrfan Hanım- Her şeyin klişe biliyosun değil mi...
Lütfü         - Söylesene hala, meraktan çatlayayım mı? 
İrfan Hanım- Çatla lan...
Lütfü          - Öf! 
İrfan Hanım- Artık buğday iyice büyümüyormuş...
Lütfü          - Ne diyorsun yine hala ya?! Ben de birşey oldu sandım. Ne buğdayı, ne büyümemesi ya?!
İrfan Hanım- 'Ya'lı 'Be'li konuşma halayla! Koskoca akademisyen oldun halâ 12 kelime kullanıyorsun günde! Buğday, insan denen varlığa küsüyormuş, çıkmıyormuş artık. Bu ne demek biliyor musun?
Lütfü        - Ne bileyim?
İrfan Hala- İnsan soyunun topraktan beslenmeyi nasıl öğrendiğini biliyor musun? Tarımcılık ve bu sayede yerleşik hayat nasıl başladı?
Lütfü        - Bilmiyorum.
İrfan Hanım- Apple' ın yeni çıkan tabletini bilirsin ama değil mi koca eşek?!
Lütfü           -Niye geldim ki ben ?!
İrfan Hanım- Dinle. İnsanların da kuşlar, kaplanlar, ceylanlar vs gibi göçerek; yaşam koşulları sağlayan yerler bularak hayatta kaldığı eski mi eski bir dönemde, harika bir kadın toprağa buğday ekmeyi akıl ediyor. Akıl ediyor, deniyor, hissediyor bunu düşünsene! Aylarca süren sabrının sonunda minik bir filiz görüyor ve işte o an insanlığın tarihi değişiyor. Tarımcılık, yerleşik hayat, yeni beslenme ve yaşama biçimleri için ilk işaret bu buğday denen nîmet. 
Lütfü          - Çok havalı.
İrfan Hanım-  Mal. Bak buğday hikâyesine bakış açısına bak, ezik ruh... Neyse... Hayatımızı rakamlardan önce yaşanan yıllarda değiştiren 'buğday' giderek çirkinleşen insana küstü bence. O yüzden çıkmıyor artık... Biz hak ettik bu cezayı. 'Gelmem.' diyor adam.
Lütfü          - Adam kim?
İrfan Hanım- Adam derken, buğday işte...
'Gelmem.' diyor; 'medeniyetin ilk adımlarından birini attım siz insanlar için, siz bokunu çıkardınız, ne gelecem artık.' diyor bize kendi dilinde: Toprakça... Başını topraktan çıkarıp etrafa bakınan filizler böyle çirkin bir dünyaya karışmamak için küçülerek toprağa dönmeyi seçiyor. 
Lütfü          - Bu yüzden kedinin adını 'buğday' koymak istiyorsun yani.
İrfan Hanım- Her geçen gün daha da gerzekleşen oğlum benim. Kedi konusunu kapatalı yıllar oldu lan! Ben sana küresel bir yok oluşu anlatıyorum, sen kediden bahsediyorsun. Evet, bu yüzden 'buğday' koyuyorum adını, geç onu. Konuyu anladın mı  bakayım sen?
Lütfü         - İyi haber ne ?
İrfan Hanım- Yaprak sardım sana ...
Lütfü          - Üf! Şimdi çaldın kalbimi. Getir, getir, getir...
İrfan Hanım- Afiyet olsun kuzum. Terziye gidiyorum ben , çıkarken çek kapıyı çık...
Lütfü- Tamam. ...

(Kaç, kaç, kaç! Kapı dinlerken yakalansam ya şu yaşımda! Haahaaa! Aman, hiç sırası değil gülme krizinin. Yürü dalaksız Fikri... Hey Allahım!)

Lütfü -Hala! Ellerine sağlık yine harika olmuş, yine harika olmuş arkadaş yav!... Tarçını filân hep-
İrfan Hanım- Sus da ye artık. Sus da ye...

(Dinlediğime değmedi mi? Elinizi 
vicdanınıza koyun da siz söyleyin.)