30 Ocak 2013 Çarşamba

ÇİKOLATALAR, ŞARKILAR...

Biliyorum bana yine kızacaksınız ama bu sefer gerçekten doğru kişiyi buldum! Hemen gülmeyin gıcık, gıcık. 'Buldum!' diyorum işte!
Bu seferkinin adı Yegane Hanım. Azerī bir kadın. 5 Yıldır Istanbul' da yaşıyormuş. Bu kadını küçükken,
3-4 yaşlarındayken, uykusunda konuşuyor diye azarlar dururmuş annesi. Küçücük evde çoluk çombalak yaşayan bir aile sonuçta; bir tek odada anne-baba ve 6 çocuk. Tek kız çocuk buymuş... Derken, büyüdükçe bu uykuda konuşma huyuna bir de uykuda gezmeler; evde uyuyup, komşuda uyanmalar eklenmiş. Kız gelmiş 11 yaşına. Aile mağdur tabii ki; ne yaptılar, ne ettilerse çözememişler kızın uyku hastalığını. Annesi bir gece pusuya yatmış; Yegane uyuyup da, gezisine çıkınca düşmüş peşine. Bir de ne görsün! Kız, görünmeyen bir çocuğun elinden tutup, konuşup gülerek komşuya gidiyor. Kendi kızından korkmuş kadın. 'Yegane ya deli ya da üç harflilerle filan konuşan bir ermiş!' diye geçirmiş içinden. Ertesi gün komşu gelmiş, 'Sizin kız her gece bize gelir oldu; geçen kış yitirdiğimiz evlâdı getirdiğini söyleyip, benim hanımı çok üzüyor, sahip çıkın delinize yahu!' demiş. Hemen, uzak bir köyden topal, mopal bir talip bulup evlendirmişler küçücük kızı. Yegane, kendinden habersiz tertip edilen bu sessiz nikah için eve gelenlere, daha adamı görmeden, "beni Topal Talip' e vereceğinizi biliyordum; hazırım. Bir daha buraya gelmeyeceğimi de biliyorum, hakkınızı helal edin. " demiş. Herkes kalakalmış. " Bundan 17 sene sonra da Istanbul' da olacağım, Türkiye' de. Samira teyzemin torunu 'beni yanına aldır.' diye durmadan aramasın beni." Ya... Bu lafı ettiğinde daha o Samira dediği kadının gelini gebe bile değilmiş Ayol!
Birden dikkat kesildiniz? Dediğim kadar var değil mi? Neyse... Topal Talip, güzel gözlü ve iyi bir adammış.
17 Yıl gül gibi geçinmişler. Yegane, halı dokuyarak, köylü kadınlara ve hatta gizlice köyün ileri gelenlerine fal bakarak geçirmiş bu yılları. Her dediği bir, bir çıkmış. Bu sırada 4 tane dilsiz kız doğurmuş. Bir sabah, son birkaç hafta boyunca hazırda tuttuğu bavulu ve tam tekmil kıyafetiyle çıkmış sokağa. Geleceğini zaten bildiği Hakkı Bey, köy meydanında tamirci aramaktaymış. İnşaat işleri için oarada bulunan adamın yolu her nedense, Yegane' nin yaşadığı köye düşmüş de, motoru bozuluvermiş. Yegane, adama yardım edip, O'nunla da gelmiş Istanbul' a. 5 yıl önce. Mis gibi medyumluk yapıyormuş işte. Biz de gidelim n'olur!!! Söz veriyorum bu son. Bu belirsizliğe kalbim dayanmayacak artık. Hem... Hem kadın sohbet eder gibi anlatıyormuş... ' Yeşil gömleğini giydiğin gün karşılaşacağın kişiye dikkat et, ömrün boyunca hayatında kalacak O.' demiş Selma'ya; demiş ki- ... Komik buluyorsunuz değil mi?
Belirsizlik, insana böyle şeyler yaptırıyor işte... Akıl ve mantıkla bulamadığın yollar, fantastik geçitlere dönüşüyor. İşte, sonra da; gelsin fallar, falcılar; dualar, ritüeller, totemler; çikolatalar, şarkılar; gerçeği çekip çeviren benzetmeler... Of! Neyse...

28 Ocak 2013 Pazartesi

TOPUKLU AYAKKABIYLA YÜRÜME SANATI

Dengede durarak, gitmek istediğin yere ulaşmak istiyorsan, sabredeceksin. Zamanla ne çok şey öğrendiğine, kendin bile inanamayacaksın küçükhanım.
Topuklu ayakkabıyla yürümek, bir sanattır.
Tehlikeli ve eğlenceli bir sanat...
İlk olarak; rengiyle, tasarımıyla, verdiği duyguyla kendine uygun bir ayakkabı seçeceksin güzelim. Unutma; herkes için doğru bir topuklu ayakkabı vardır. Doğru ayakkabıyı seçmek için kendini iyi tanımalısın. Nasıl bir vücudun olduğunu, sana neyin yakıştığını, seni neyin mutlu ettiğini, kim ve nasıl olduğunu bilmeden, nasıl bir ayakkabın olması gerektiğini bilemezsin. O ayakkabıyı ; 'ayakkabını' bulduğunda; kendini çok rahat ve çok güzel hissedeceksin. Olman gereken yerde ve tam olarak 'kendin' gibi hissedeceksin; kuvvetli bir duruş geliverecek vücuduna; ruhunun her odasında; her halinle kadın olduğunu hissedeceksin... Üşümeyeceksin, dengen yerinde, gülüşün yüzünde olacak. Dışarıdan bakıldığında bile anlaşılacak kendini nasıl da güvende hissettiğin.
Gel gelelim; yanlış ayakkabıyı giyersen, dengen ve yürüyüşün bozuk olacak. Canın acıyacak; gittiğin her yerde huzursuz olacaksın, başkası gibi hissedeceksin kendini ve bu sana benzemeyen halini, hiç ama hiç sevmeyeceksin. Olabilir; hatalarından çok şey öğreneceksin tatlım. Hiç düşünmeden, o ayakkabıları, hemen oracıkta bırakıp kaçmalısın. Hatta azıcık ayağını vuruyorsa dahi bırak ve git. Hiçbir şey yanlış bir tercih kadar sıkamaz canını. Acıma. Vazgeçmekten korkma; kendine yakışanı bulana kadar, gerekirse terlikle, gerekirse yalın ayak yürü ama git... Kendi ayakkabını bul ve devam et...
Kadınlığını tanıyarak ve kadınlığına sahip çıkarak, naif gülümseyişinle... Yürüyeceksin küçükhanım. Geride bıraktıklarına bakmadan; öyle, yere düşürdüğün herşeyi kafana takmadan; kendi ritminde yürüyeceksin. Bir yerden temiz kalple çıkıp gitmeyi bileceksin. Kirli suları ayakkabına bulaştırmamak için büyük adımlar atman gerektiğinde, güzel kıçına güvenip, koskocaman bir adımla, değmeden geçeceksin. Sularını temiz, tertemiz tutacaksın.
Sen herşeyi içtenlikle yerine getirsen de; yolda, göremediğin bir çakıltaşı, beklenmedik bir su birikintisi,
hakaret yüklü bir yağmur bulutu,
içi çamur dolu bir çukurcuk ,
leş gibi bir ağızdan düşme bir sakız, sevgisiz bir cam kırığı,
huzursuz bir kaldırım taşı,
bir bozuk para,
özgüvenini yitirdiği için tehlike saçan bir kablo demeti,
kimliği belirsiz bir adam çıkabilir yoluna... Ne yaşaman gerekiyorsa yaşa; pamuklarla temizleyip ayakkabılarını, büyümüş biri olarak yürümeye devam edeceksin.
Tamam mı canım?
Hem, önünde uzun bir gelecek var. Bazan sevişmekten, sevilmekten, gitmekten yorgun düştüğünde; ayakkabılarını eline alıp, eteklerini toplayarak, rüzgarla ve denizle, yürüyerek dinleneceksin.
Çalışmaktan yorulduğunda bile ayakkabılarına binip işe gideceksin.
Biliyor musun? Bir gün anne olacaksın. Kucağında bebek varken bile seni taşıyacak; çilli ve tombul bir anneyken bile sana kadınlığını hatırlatacak ayakkabıların.
Kolay olmayacak; ne gülünç duruma düşecek, ne de gülünç durumda olana gülen bir 'kibirli' olacaksın.
Unutma; topuklu ayakkabıyla güzel yürümek;
kendi ayakları üzerinde duran bir kadın olmak demektir;
içinden geçmek için, doğru sokakları seçmek demektir;
her adımında dikkatli olarak, her adımınla olmak istediğin kişiye yaklaşman demektir;
birlikte adım atmak için, yanına yakışan insanları tercih etmen demektir küçükhanım. Söylediğim gibi; topuklu ayakkabıyla, güzel yürümek bir sanattır: Tehlikeli ve eğlenceli bir sanat .


24 Ocak 2013 Perşembe

ÇAY İÇEN?



Sen şimdi bu adamın, ağzına geleni söylediğine ne bakıyorsun tatlım. Çok iyi tanırım ben bunu...
Erdinç 9 yaşına kadar konuşmadı biliyor musun? Doktor, doktor gezdi teyzem 'Oğlum sağır mı, dilsiz mi?!' diye yanıp, yakınarak. Hiçbir hastalığı çıkmadı. Ben de 'canı istemiyor işte' deyip durdum. Erdinç sadece kuzenim değil, kardeşim gibidir; canımdır benim. Sen üzülme; bazan ağzından çıkanı kulağı duymaz
O'nun: Çocukluğundan kalma bir 'susup-konuşma' özgürlüğü bu, çözdüm ben. Bak canım; bu manyak, 9 yıl gıkını çıkarmadı, çıkarmadı; sonra birden konuşuverdi. Annem, teyzelerim, komşular falan bizde toplanmıştı; gün muhabbeti. Çay servisi yapılırken, Erdinç' e 'çay içer misin kuzum?' dedi annem. Teyzem de her zaman olduğu gibi 'Yok, çay sevmez O, istemez.' dedi. Erdinç birden 'Severim! Çay ! Çay!' deyiverdi. Teyzem ağladı. Annem elleri titreyerek çay verdi Erdinç'e. Ben koşup sarıldım sesini ilk kez duyduğum kuzenime. Komşular alkışladı. Saat 14:47 idi. Bakkalın çırağı kapıyı çaldı. Komşu kızı açık kapıdan çıktı. Sokaktan sebzeci geçti. Bir adam patates çuvalı yüklendi. Arabasını yıkayan bir amcanın ayağı kaydı. Bir öğretmenin radyosunun pili bitti. Erdinç ilk lafını etmişti.
İnsan yıllarca susup, ilk sesiyle çay mı ister Allah aşkına! Ben Erdinç' in sus, pus halini iyice mistik bir hale getirmiştim kafamda. Konuşması için ısrar etmeyen, sessizliğinin olur-olmaz tüm anlamlarına inanan bir ben vardım. Aklımdan neler geçirirdim, neler... Mesela; şimdi Erdinç her uykusunda, dünyanın sırlarına eriyor, birgün konuşup hepsini insanlığa açıklayacak sanıyordum. Çok büyük bir olayın şahidi oldu da, konuşmaya korkuyor sanıyordum. Sesini, renkli ve akışkan boyalar gibi yerlere akıtıp,
yıllar sonra ortaya çıkacak bir resim yaptı ve sesini tüketti sanıyordum. İnsanlarla değil, yapraklarla konuşuyor sanıyordum. Konuşuyor ama biz duymuyoruz sanıyordum. Kelimelerini çok önemli bir an için biriktirmeyi seçtiğini sanıyordum. Önceki hayatlarında konuşmaktan bıktığını sanıyordum. 'Hiçbir şey söylemeden de anlaşılabiliyor muyum?' diye bilimsel bir deney yaptığını sanıyordum... Neler, neler...
Aman, işte biz kadınlar didikler de didikleriz. Oysa hiçbir anlamı olmaksızın yaşanamaz mı birşey? Bal gibi de yaşanıyor işte. Adam 9 yıl
hiç konuşmamış, sonra birden 'Çay' demiş. Ohooo..o! Ben 9 yıl susacağım da.... Şekerim, ben sustuğum her saniye; 'ilk sözüm ne olsa' diye düşünürdüm. İlk söz ya; tarihe filan geçmeli... Gereksiz yoruyoruz kalbi, kafayı. Sen de boş ver. Üzerinde durma lafların. Bi' çay daha?




22 Ocak 2013 Salı

SİBEL


Neden birden çözülüverdim, bilmiyorum. Bir sırrın, bedeni terk edip, uçuşurcasına ağızdan kaçışını gördüm: Ağzımdan...
Sibel, oldum olası huzurlu bir ruhtu. Aklı erdiğinden beri, güzel aklında biriken seslerin yorgunuydu. Tanıdığı herkes ve hatta; yolculukta rast gele yanına oturmuş biri bile sırrını deyiverirdi Sibel' e... Öyle bir büyüsü vardı işte. Yakınından, uzağından sırlarla dopdoluydu. Herkesin sonunu getirebilecek gerçeklerin hamalı olmuştu. Dayısının küçükken yaptığı hırsızlıktan tutun da; yılların pamuk teyzesi Sabahat Hanım' ın internetten bulduğu seks partnerlerine kadar, herşeyi bilmek durumunda kalmış bir mağdurdu.
Artık dayanılmaz olmuştu.
Midesinden dudaklarına kadar litrelerce kezzap fışkırıyormuşçasına
koştu...
Koştu...
Bir kuyu bulup, başına yığıldı. Bildiği herşeyi bağırdı kuyuya... Kuyu eriyerek daha da derinleşti...
Bağırdı... Kustu...
'Annem, babamı hiç sevmemiş! Davut eniştem geymiş! Bakkal Hüseyin, veresiye defterine kafasına göre borç eklemiş! Cemre'nin burnu estetikmiş! Apartmanda gizlice buluşup sevişen 5 kişi var!'
Kustu...
'Özge okulu bırakıp yaşlı bir adamın metresi oldu! Cengiz çok mutsuz aslında! Tirendeki kadın yıllardır kocasına orgazm numarası yapıyor! Halamlar evi 170.000'e değil, 95.000'e aldı! Ferhan ile Seda birbirlerine asla gerçek fikirlerini söylemiyor! Şarkıcı Sezgi, besteyi hintli birinden çaldı! Pembe abla kocasından gizli altın biriktiriyor. Nüket, Almanya'da kuaförlük değil, torbacılık yapıyor! Ali, Fatma'ya aşık!'
Ağladı... (Sibel de galiba Ali'ye aşıktı. Birkaç gün evvel ortadan kaybolan Ali'ye...)
'Dedem'in Adana'da da çocukları var!
Sude öğretmen, geceleri tanımadığı bir adamla konuşuyor, 3 yıldır! Tosun Kemal, internette ablamın fotografıyla kendine sahte profil açıp
iş adamlarına randevu veriyor! Üst komşu aslında Ermeni! Ayşegül' ün sol ayağında 6 parmak var! Burcu her sabah sakallarını alıyor! Mağazada çalışan kız, evlilik yüzüğünü satıp keman almış! Müesset teyze, her gece kocası ölsün diye dua ediyor! Doktor Turgut'un tek hayali araba tamircisi olmak! '
Dinlendi...
'Suavi, küçükken etek giyiyormuş! Mevlüt amca'nın saçı peruk!'
Güldü... Kuyuyla tam 91 saat konuştu... Hafızasının dibini kazıyarak her kelimeyi kuyuya kustu... Yorgundu...
Herkesin kendine özgü bir sırrı vardı. Sibel, her birine özel olarak maruz kalmanın yorgunuydu...
Sustu...
Küpeleri gülümseyen bir kız, hepsini duymuştu. Eteğinin ucunu tutarak, kaskatı kalmış, kocaman gözlerle, Sibel'e bakıyordu.
Herşey için geç olduğunun anlaşıldığı anın soğukluğu...
Artık Sibel, bir suçluydu. Her bir sırrın yardım ve yataklıkçısı; her suçun mağduruydu.
Cezası: Ömür boyu 'kuyu'ydu.
Kuyunun dibine attılar Sibel' i... Çamurlaşan kelimelere gömüldü beline kadar. Çok ama çok uzakta küçücük bir delik bıraktılar. Esir edilenleri oyalasın diye bırakılan küçücük deliklerden. Böylece incecik bir ışık sızıntısı, çıkabilmek için bir umuda dönüşüp, tutsak kişiye düşünmek için bir aralık oluştururdu. Belki de yıllar, ulaşması olanaksız bir yere gidebilmek için plan yaparak geçerdi. Bu aslında bir tür işkenceydi. Umut, her zaman iyi birşey demek değildi; bilen bilirdi. Delik ve Sibel arasındaki ışık çizgisi; bilmem kaç ışık yılı süren bir fikirdi.
Derken, zamanın da çamurlaştığı bir an; kuyu , bir eve; ışık sızdıran delik de, bir kelimeye dönüştü. Belki de bir düştü. Kelime: 'Belki!' idi...
Sibel, bir evde, (kendi evinde) ; 'belki' kelimesini bırakıp giden birinin esiriydi. Kapı kapanınca; ev, kuyunun dibine; 'belki' kelimesi, uzaktaki işkenceci deliğe dönüşmüştü. Umut, her zaman iyi birşey demek değildi; bilen bilirdi.
Sibel, güven duygusu saçıp, sırrıyla kalbi sıkışan herkesin özgürlük meydanı olmuşken; kendi sırrının tek ve tutsak şahidi oldu.
Elleri soğuktu. Artık; ne metanetli bir sırdaş, ne de basit de olsa bir sırrın başrolüydü. Her kusurdan suçlu bulunmuş bir huzurlu ruhtu.

Davut

20 Ocak 2013 Pazar

YEŞİLGAM


Hızla önünden geçtiğim birsürü yer var... Şöyle bir durup baktığımda; sinemada yanlışlıkla yan yana denk gelmiş küs arkadaşlar gibi, bitişik ve öfkeli binalar. Uzalaşmasız, uyumsuz ve sıkıntılı. Yol üstünde bir pansiyonun, birbirine hiç benzemeyen misafirlerinin çöpleri gibi; bir yerde toplanmış uyuşmazlar. Bu çirkin yapıların içinde de biz... Rahatsız bir ayakkabı nasıl bütün günü zehir ediyorsa; bu çarpık yapıların içinde geçen zaman da hayatı zehir edebilir. Çocukluğu küçücük bir balkonda bisiklet sürerek geçen bir oğlan, büyüyüp sevdiği kıza çiçek verebilir mi? Toprağa hiç basmamış bir kedi, delinin teki olmaz mı? Penceren ile yeni bir duvar arasındaki mesafe 1 metreyken ne kadar hoşgörülü olabilirsin? 'Görüş' mesafesi bu kadar küçülen bir varlığın, 'bakış' açısı nasıl geniş olabilir?
Estetik çarpıklığıyla içimizi-dışımıza yansıtan şehirde; detayların ve anların derinliğinde ruhumuza yer açmak, ciddi bir iş bundan böyle...
İnsanların yüzlerine, daha da yaklaşıp gözlerine bakarak çoğalacağım. Yere düşmüş bir fotografın içinden gireceğim yeni bir dünyaya. Bir su damlasında yüzüp, saksıdan ormanı koklayacağım. Hayal gücüm delirircesine sızacak her aralıktan. Uzaktan gelen bir yemek kokusu, papatyalı bir patika olacak; yokuşu dolduran sel, tepesinde sarhoş olduğum bir şelale olacak. Herşeyin içini, taa içindeki kapıdan geçilen kapıları göreğeceğim.
Aklıma yer açmak için tüm geçitlerden izinsiz geçeceğim. Belki de pörtlek gözlü bir kadının yıllardır çiğnediği mavi bir sakızda, özgürlüğümü ilan edeceğim. O gözlerin neyi, kimi ararken yuvalarından oynadığını öğrenene kadar yaklaşacağım belki. İleri gideceğim; 'Siz! Siz kimsiniz? Bu sabah neden ağladınız!' diye soracağım belki kadına. 'Göremeyecek hale gelene kadar neye baktınız? Çabuk cevap verin!' diye sıkıştıracağım kadını. Böyle şeyleri merak etmemeyi öğrenene kadar dayak yiyeceğim belki kocasından. O bulanık halimle gözüme ilişen bir mazgaldan ilham alıp, bu şehrin bir de 'altı' olduğunu düşüneceğim. Kadın gidecek; ben iç açıcı bir yer görebilmek için, ellerimden başlayarak herşeye bakmaya başlayacağım. O'nu, Ora'yı görene kadar... Göz kesileceğim bundan böyle! Bütün hayvansı sezgilerimi geri kazanıp, bütün mistik güçlerimi keşfedip, alçak ve mükemmel bir varlığa dönüşeceğim. ... ...
-ki delirmeden,
eksilmeden,
ve hatta çoğalarak...
'çok' olarak...
susayarak...
yalın ayak, gözlerimi açıp; 'GÖRÜYORUM!GÖRÜYORUM! ' diye bağırabileyim. Sevinç gözyaşları içinde Tarık Akan'ın gençliğine sarılabileyim. Ağaçların arasında koşulan yılları çoktan kaçırmış bir yaşta olmanın acısını, bir gökdelenin tepesindeki havuzda Melih Kibar' ın şarkılarıyla çıkarabileyim. Votkam bol buzlu olsun bebeğim.


18 Ocak 2013 Cuma

ÜÇYÜZ YILLIK KIZGINLIK

Hasan, öfkeden kuduran bir adamdır.
Tanıdığımdan beri yarasız, kırıksız görmedim O'nu hiç. Hergün kabga eder, her gün... Tüm insanlığa karşı nefreti, damarlarında zonklar sürekli. Taksi şoförü olmakla büyük hata etmiş; ' her gün defalarca, katil olmasına ramak kalıyor.Yakında birini sırf birden yola fırladı diye, hunharca katledebilir sokakta. ' diye düşündüm hep... Geçenlerde bir müşterisi uyarmış; 'siz çok gergin bir beyefendisiniz, daha sakin bir meslek seçemez miydiniz?' Hasan, adamın iyi niyetini gördüğünden ses etmemiş ama, o günden bu yana, adamı birkaç farklı aletle döverek öldürmüş; aklında. Biz de işe çok geç kaldığım bir gün tanıştık. O kısacık zamanda, binbir küfürle, bir kadın şoförle yıllardır süren davasını anlattı bana. Korkudan öldüm ama sevdim Hasan'ı. Güçlü, kuvvetli, kızgın bir adamcağız. Nasıl da çirkin ve nasıl da kötü giyinir. Tam da o günlerde şirket
şoför arıyordu. 'Buldum.' diye girdim ofise. 4 Yıl oldu. Kazasız ama bol belalı bir 4 yıl. Hasan'la ilgili çok şey öğrendim ama araba dışında hiçbir yerde görmedim O'nu. Ha! Birkaç sefer şahitlik yaptım ufak tefek davalarında, o kadar. Hiç bu kadar ciddisi olmamıştı. Birgün olacağına emindim, ama yine de-... neyse...
Efendim Hasan, 13 kardeşin en küçüğüymüş. Bu 4 yaşındayken, annesi pencerenin önünde fasülye ayıklıyormuş. Babası içeri sakince girip pompalı tüfeğini almış. Kadına seslenmiş. Tek seferde vurup, öldürmüş zavallıyı. Tek seferde.Hasan'ın gözlerinin önünde. Bahçeye düşen bir külot yüzünden. Sözüm ona, namus için.
Hasan'ın doğup büyüdüğü köy zaten bütün köklerin birbirine girdiği bir köy. Her dinden, her kökenden, dinsizlikten, acıdan, korkudan, kiliseden, camiiden, topraktan, sudan, türlü dilden öfkeyi nesillerdir taşıyan bir köy. Bu adam sakin olamazdı hakim bey; olamaz. Fakat bu öfke patlamasının hamile bir kadına denk gelmesi- çok... çok acı! ... N'olur bir daha asla sokağa çıkamayacağı bir ceza verin... ya da bir akıl hastanesine kapatın O'nu... O ve O'nun gibiler iflah olmaz efendim....
Söyleyeceklerim bu kadar.

16 Ocak 2013 Çarşamba

GERÇEK...AMA ACI DEĞİL


Rüyan Roma'da geçsin kardeşim! Aklından öylesine geçen bir istek, olup-oluşup karşına çıksın lan! Bu ne güzel bir gün, ne güzel bir sabah... Sana ne kadar teşekkür etsem azdır. Küfürünü de ettin, yumruğunu masaya da vurdun, kelimeleri de bir bir seçtin... Ama bana, olduğu gibi aklından ne geçiyorsa söyledin... Nezaket yapmakla, iki yüzlülüğü birbirine karıştırmadan konuşuverdin dostum, sağol. İşin gücün rast gider senin oğlum, sıkıntı yok yani. Bence kalbin temiz senin: doğru zamanı bekler, Merkür'de sarhoş olup gelirsin sen. Akıllısın, sabırlısın, ağzın laf da yapıyor ha! Vay be! Vay be! Etkilendim. Bu yaşımda azarın alâsını işittim, resmen hoşuma gitti. Hoş; ağır da geldi tabii ki... Ama şimdi usta; odak senin dürüstlüğünde. Helal olsun sana içi-dışı bir arkadaşım... İçini, dışarı kibarca ve olduğu gibi aktarmayı beceren bilge kişi! İzindeyim kuşum.

13 Ocak 2013 Pazar

2 DUDAK ARASINDA, 1 CEVAP

Acaba şu yaklasan vapurda mısın?
Gece yarısı gelen bir telefonda mısın? Durakta unutulmuş çantada mısın? Yoksa bir kitabın arasında mısın? Hiç tanımadığım birinin bakışında? ...Acaba evde bir yerde mi saklısın?
Hayata sorduğum sorunun cevabı, yakınımda mısın?
Bir yerlerde mutlaka varsın. Tatlı ve büyük gülüşünle sana hazır olup, olmadığımı tartmaktasın... Çok ama çok yakınsın. Varlığını hissediyor, sesinin izini işitiyorum.
Yeni gelen ayakkabımdaki ilk adımda mısın? Kedinin uykusunda mısın? Yola yeni çıkmış bir arkadaşın aklında mısın? Komşudaki kavgada mısın? İlk kez duyduğum bi' şarkıda?
Sabahın içinde? Parmaklarımın ucunda mısın?
Sorumun ucunda asılı kalan sessiz aralıkta mısın?
Hayata sorduğum sorunun cevabı, yakınımda mısın?


11 Ocak 2013 Cuma

SACİT EFENDİ



Sacid Efendi hayatını kaybetti. Yakınlarına ve sevenlerine, mahallemiz sakinleri adına güç ve sabır diliyoruz.
Dün, her sabah olduğu gibi erkenden evden çıkan Sacid Efendi, bu kez her sabahkinden farklı olarak sahilden değil de, sokak aralarından yürümeye karar verdi. Semtin eskilerinden olan bu zat; neredeyse semtten bile eskiymiş gibi tutkundu muhitine. Ne zaman ki; sahil sırası dışındaki tüm araziler başkalarının eline geçti; Sacit Efendi and içti: 'Benim için bu muhit, salt bu sahil güzergahından ibarettir!' ... Hiç yolundan şaşmadan, doğup büyüdüğü evden , büyükbüyükbüyük babasından itibaren kendilerinin olan 'tatlı dükkanı'na gitti, geldi... Yıllarca. O'nun için geri kalan her yer ve bu yerlerde yaşayan herkes görünmezdi. Bu sabah, efendim, nihayet merakına yenildi. Karşıya geçip bir sokağa girdi. Terk edilmiş, korkunç bir yıkıntıya girer gibi tedirgindi. İlk adımında bir top düştü ayak ucuna; çocuklar kıpırtısız durup kocaman gözlerle baktılar yaşlı adama: 'hadi vursana' der gibi. Dümdüz yürüdü gitti. Yanından bisikletli bir oğlan geçti. Sacit Efendi sinirliydi. Renkli vitrinleri televizyon seyreder gibi seyretti. Dükkanların içi, boş bakışlı balıklarla dolu dev akvaryumlar gibiydi. Camlar patlasa denize kadar dayanamaz, ölüp giderlerdi. Kahve ve çikolata kokan bir pencere görüp içeri girmeye niyetlendi. O ne öyle? Masalar da pek dip dibeydi. Çıktı, gitti. Ah, Sacit Efendi. Onca kalabalık yetmezmiş gibi, bir de sokak müzisyenlerine denk gelmez mi? Hem, ne münasebet? Kıyafetleri dahi münasip değildi. Bir bank bulup oturdu. Sabit duran herkesin kaçınılmaz sonu; kızlı erkekli bir çocuk grubu aniden belirdi. Sanki hep oradalar ve bi' an için durunca görülebilirler gibi... Mendil, yarabandı ve şemsiye satmaya kalkıştılar bu şaşkın adama. Adam rüya mı , gerçek mi; bilemedi. 'Çocuklar? Sokakta? Çıplak ayak? Ivır, zıvır satmak?' ... Hemen kalktı ayağa. Bu kadarı yeterdi; kendi dünyasına dönme vakti çoktan gelmişti. Belki de bu lanet yere hiç gelmemeliydi. O an korkunç gerçeği fark etti: yolunu kaybetmişti! Şimdi bu, dilini bilmediği varlıklardan birinin yardımını mı alacaktı? Ölürdü daha iyi. İnatçı adam, sormamak için arandı, durdu. Eh, yıllarca yolun karşısına geçmeyecek kadar inatçı biri işte... Ayakkabısının bağcığı da tam vaktinde gevşemişti. Sıkılamak için eğildi; gözüne bembeyaz iki çıplak bacak ilişti. Doğrulurken bu bacakları tamamlayan mükemmel kalçaları ve gövdeyi, saçları , gözleri iyice izledi. Mükemmel varlık seslendi: 'Merhaba bey amca, iyi misin? Dolanıp duruyorsun, yardım ister misin?' Mahcup Sacit, yanıtlamadan hızla ilerledi. Nasıl olsa bir yolunu bulurdu. O ne güzel kadındı! Sakin olmalı ve yolunu bulmaya konsantre olmalıydı.
Bozuk kaldırım taşlarına takılarak yürümeye devam etti. Neredeyse öğlen olmuş, karnı acıkmıştı. Buranın yemeklerini yemeye de hiç niyetli değildi. Omuzunda bir el hissetti. 'Bey amca, nereyi arıyorsun?' O mükemmel beyaz kadındı . İnadını o çirkin sokağa bırakıp 'Sahile çıkmak istiyorum.' dedi. Mükemmel varlık, mükemmel elleriyle yolu tarif etti. Vay be! Hiç de uzak değildi. Demek ki sırf yol yordam bilmemek, insanı küçücük yerde kaybetmeye yeterdi. Bizimki kadına teşekkür etti. 'Yardımınız için teşekkür ederim hanımefendi.' Kadın gülümsedi:'Rica ederim. Adım Meşakkat , bey amca... Birdaha gelirsen dükkana beklerim. Bak, köşedeki perukçu benim.' Bizimki asla gelmeyeceğini bildiğinden, öylece dikildi. 'Meşakkat?Tuhaf bir isim. Gerçek isminiz mi?' Kadın daha büyük gülümsedi:'Asıl ismim Mehmet, bey amca. Aramızda kalsın tamam mı?' ... İşte o an Sacit Efendi hayatını kaybetti. Hayatı, vücudunu oracıkta terk edip gitti. Vücut öylece terk edilmiş bir kule gibi bomboş kaldı. Gözler daldı. Sesler sustu. Herşey uçup gitti. Bu halde eve kadar gitti. Hayattan bu denli bihaber oluşu, Sacit Efendi' yi ezip geçti. Sokaktaki gerçeğe gücü yetmedi. Yetemezdi.
...
Ya ne olacaktı? Ömrü sadece yalıda ve kendi muhitinde geçen biri; en az, karaya hiç yanaşmadan gezinen bir gemide doğup büyümüş bir insan kadar 'garip'ti tabii ki...
(Bu uzun anonsu yapan da kendisiydi! Oh canıma değsin! Söyledim de rahatladım. Ben mi? Ben, o top oynayan bebelerin en bi' zekisi.)

8 Ocak 2013 Salı

TANRI'DAN ANONSUNUZ VAR



Nezaketi, küstaklıkla yanıtlıyorsanız;
Spora ve diete hep 'yarın' başlıyorsanız;
yakın bir arkadaşınızın derdini dinlerken, içinizden 'oh, ben iyiyim şükür' diyorsanız;
hep aynı hatayı yapmayı sürdürüyorsanız;
çözüm bulmayı değil de şikayet etmeyi seçiyorsanız;
intikam peşinde geziyorsanız;
yalan söylemeye doymuyorsanız;
sırf risk almaktan korktuğunuz için sevmediğiniz şeylere hapsolduysanız;
başkalarının ne yaptığını düşünmekten kendinizi unuttuysanız;
teşekkür etmeyi, ilk 'merhaba'yı söylemeyi namus lekesi sanıyorsanız;
kitap okumuyor, sanattan kaçıyorsanız;
insanlarla çıkar için ilişki kurmaya razıysanız;
kendinize karşı dürüst değilseniz;
kıymet bilmeyi öğrenmediyseniz;
vicdanınız küflendiyse;
hayatı, kendiniz ve yakınlarınız için zorlaştırmayı alışkanlık edindiyseniz;
hayatınızdaki değerli insanlara sahip çıkmayı beceremiyorsanız;
karamsarlığı seçiyorsanız;
kalbinizi temizlemeyi öğrenmediyseniz;
sağlığınıza dikkat etmek için, evrim teorisini yıkacak kadar yaşlı görünmeyi bekliyorsanız;
yeteneklerinizi değerlendirmeyip herşeyi yarım bırakıyorsanız;
dinlemeyi bilmiyorsanız;
fedakarlık yapmayı sevmiyorsanız;
yük olmaya alıştıysanız;
sevmeyi bilmiyor ve öğrenmiyorsanız;
kaçıyorsanız;
saklanıyorsanız;
bile bile 'lades' diyorsanız;
kangren parmağı kesmemekte direniyorsanız;
umudun güzelliğini inkar ediyorsanız;
gönül rahatlığıyla geride bırakmaya ve gönül rahatlığıyla yeni sayfaya geçmeye ceraset etmiyorsanız;
kendinizi övmekten, eksik yanlarınızı göremeyecek kadar körleştiyseniz;
eleştiri ve tavsiyeler size küfür gibi geliyorsa;
yolculuk yapmıyorsanız;
affetmeyi bilmiyorsanız;
inat yüzünden kıymetli şeyleri kaybediyorsanız;
sabretmeyi, akışına bırakmayı kabul etmiyorsanız;
keyfinize bakamıyorsanız;
anne-baba olmamak için bahaneler uyduruyorsanız;
'anne-baba oldum' diye hayatınızın geri kalanından kopuyorsanız;
'hayır' demeyi bilmiyorsanız;
'evet' demeyi bilmiyorsanız;
özür dileyemiyorsanız;
insanlara hediye veremiyorsanız;
hediye verirken eliniz titriyorsa;
yer değiştirip, bir de başka açıdan bakmıyorsanız;
küsüyorsanız;
hakkınızı tatlılıkla almak için çabalamıyorsanız;
hep başkalarından bekliyorsanız;
kendinizi şımartmıyorsanız;
başkalarının başarılarını kıskanıyorsanız;
bir adım atmak için mükemmel koşulları bekliyorsanız;
susmayı zayıflık sanıyorsanız;
an'ların tadını çıkarmıyorsanız...
KAYBOLAN YILLARINIZDAN MÜESSESEMİZ SORUMLU DEĞİLDİR.
Hayırlı yolculuklar...

6 Ocak 2013 Pazar

İSMİYLE MÜSEMMA



-Ama çocuğum neden reddediyorsun adını? Bu dilekçede 'Kudret' olan ismini, 'Mazlum' olarak değiştirmek istediğin yazıyor. Yasal olarak elbette hakkın. Fakat fikir olarak, yaşamdaki karşılığını buldun mu bu değişimin? Öyle kafana göre ten rengini, göz rengini, soy ağacını değiştirebilir misin mesela? Kim olduğunu belirleyen, seni kendine götüren yolda, sana işaret olan ekmek kırıntıları herbiri... Kelimeler asla gerçeği tarif etmeye yetmese de çok kuvvetli varlıklardır delikanlı. 'Sessizlik' kelimesini düşün: 'ssss' diye geçen bir yılanın soğukluğunu ve asaletini göreceksin. 'Gizem' diye bir arkadaşın var mı? 'Gizem'ler sır dolu genç kızlardır... 'Bahtıkara' diye bir sokakta oturmak ister misin çocuğum mesela? Ben şahsen korkarım. 'Bahtıkara' kelimesi, sokağın girişinde durup, olayları allak bullak eden kötü kalpli bir cadı gibi gelir bana. 'Özlem' diye bir kadın tanıdın mı hiç? Kalbi patlarcasına özlem doludur haspamın... Benim adım 'Kısmet', biliyor muydun? 'Kısmet Bey' diye hakim mi olur? Ben oldum. Değiştirmeyi düşünmedim bile; kısmetli adamım vesselam. Hem resmi ortamlarda, en ciddi telefon görüşmelerinde 'Kısmet Hanım?' diye tombik bir kadın hakim arar herkesin gözleri. Sonra pos bıyıklı 'ben'i görürler ve konu ne olursa olsun, herşey çok gülünç bir hal alır. Bu saçma durum, çok güldürmüştür beni ...
Anlıyorsun değil mi? Sen 'Kudret' isen, öyle kalmalısın derim. 'Mazlum' da neymiş? Sende öyle bir tip bile yok. 'Karışmak sana düşmez!' der gibi bakışın bile senin hala 'Kudret' olduğunun açık bir delili. Gücünü, kuvvetini bir imzayla bu mahkemede terk etmek istediğine emin misin evlat? İyi düşün; her kavram, ismiyle müsemmadır.
-Eminim hakim bey. Ben artık 'Mazlum' olmak istiyorum.
-Sıkıcısın evlat.
-Evet.
-Bundan böyle adın 'Mazlum'. 'İvit'miş!


4 Ocak 2013 Cuma

BİR İPTE İKİ CAMBAZ




Uykusundan uyandırdı kızı genç adam. Kız birşey soracak oldu, araladı pembe ağzını; 'şşşş' ... Susturdu delikanlı . Pencereden başlayıp, nereye gittiği görünmeyen incecik ipin üstüne çıkıverdiler. Aşağıda şehirler, ışıklar, ağaçlar, uykular, kaçaklar, suçlar ve sevgililer vardı. Kızın kalbi buharlaştı; dizleri boşaldı. Sımsıkı tuttu kızı belinden delikanlı:'Aşağıya bakarsan düşersin...'
İpte yürüdüler, bir an için vazgeçseler, düşerdiler. Titredi kız yeniden ve birden bırakıverdi herşeyini aşağıya.Gözyaşları... Ruhun korkusunun, acısının suya dönüşüp lıkır, lıkır aktığı gözyaşları yağdı şehirlere, lağımlara, çocuklara ve kavgalara. Elinden yakaladı delikanlı kızı: ' Bileklerinden tutup, seni hızla aşağı çekecek olan sesleri dinleme...' Çekip aldı kızı yanına... Nefesten bir balona binip uçtular. Arkalarına bakmadılar."Neyi seçersen, ona doğru gidersin; seçtiğin şeyi doğrularsın." diye inandılar. Çok da iyi yaptılar...


2 Ocak 2013 Çarşamba

KIZIM BİR DELİYİ SEVDİ





-Baba... Ben DeliAhmet' ten hiç korkmuyorum.
-Aferin kızım.
-Bence DeliAhmet çok komik birisi.
-Komik deme, ayıp.
-Ama çok komik; kocaman birisi; sadece 'Auuuu' diyebiliyor.Herkes de onu anlıyor; ben bile...Hep aynı otobüsle, iki köy arasında gidip geliyor. Tren saati gelince de mutlaka gidip tirene el sallıyor. İyi birisi. Hep elinde ekmekle gezmesi de komik. Çocuklar ondan korkuyor ama benim umurumda değil. Bana ekmeğinden de veriyor bazan. Bir kere de karşıdan karşıya geçirdi Adem'le beni. Güçlü birisi .
-Yavrucuğum, Ahmet iyi biri elbette. Çünkü O, kaç yaşında olursun, hep 5 yaşında çocuk.
Ahmet'in annesi genç bir kızken hamile kalmış. Hiçkimse bebeğin babasını araştırmamış, çünkü köyde bu kimsesiz kıza yanaşmayan bir avuç erkek varmış. Kızcağız herkesten korktuğu için, babaannenin yanında doğurmuş Ahmet'i... Ahmet doğunca da dili tutulmuş. Sadece 'Auuu' diyebilir olmuş. Ahmet 5 yaşına gelince de istasyondan bir tirene binip, oğlana el sallayarak gitmiş. Sürekli köye değişik, değişik haberler gelmiş.
' Ahmet'in anası bülbül gibi konuşmaya başlamış da, zengin bir koca bile bulmuş.';'Ahmet'in anasını çöp karıştırırken görmüşler.';' Şarkıcı olmuş.';' Almanya da dikiş dikiyormuş. ';'Çatılarda 'auuu' diye uluyup oğlunu ararmış.';' Ceylan olup ormanlarda koşturmuş.' ; 'Telkari zanaatkarı olmuş.' ... Ahmet ise hala her sabah tireninde, anasını uğurlar dururmuş...
-DeliAhmet hala 5 yaşındaysa benim kardeşim olsun mu baba? Bana hep bozuk para veriyor, yanağımı sıkıp otobüsün camına da çiçek çiziyor.
-Olur yavrum; istediği zaman gelsin bize.
-Ha! Bi de ; yarın ben de istastona gideceğim. Yarın kesin geliyormuş annesi galiba. Bence ...
-Olur canım.
( Ertesi sabah Ahmet'in annesi gerçekten gelmiş. )