30 Ağustos 2012 Perşembe

TURNA




Hayatta kalabilmek için bir yerden bir yere  göç eden bir turna kuşu
sürüsünden, genç yaşta ayrılan bir kız gördüm...
Sürü zorlu koşullara dayanabilmek için korunaklı bir köye inince başlar hikayesi...  Dinledim... Bak, şöyle:


Mevsimi kaçırmadan varacakları yere ulaşmak için korkular içinde dayanan yetişkin turnaların gözlerine yaş dolunca köye bi telaş eser. Genç kız bir ağaca savrulur , kaybolur. Yolun gerisine bi' başına devam edeceğini anladığı an budur.
Uçar turna küçük adımlarla...
Yolda büyür,
yolda uyur,
yolda olur,
yolda üzülür,
unutulmaz badireler atlatır,
yolda hayal eder,
özler,
hatalar yapar,
ümitle ve korkuyla arkadas olur yolda,
kendiyle tanışır,
ayakta kalır,
yıkılır,
isteklerinin tohumlarini atar, filizlendirir,
bir yerden bir yere giderken bir genç turna, bir genç turna olmaktan çıkıp; hayatin , gücün ve erdemin ta kendisi olur. Yeryüzündeki herşeyden daha görkemlidir.
Gerçektir.



28 Ağustos 2012 Salı

'MEMNUN MUSUN AŞKIM? '


Bu uyarılara neden olan kişilerin 'bir gününü' merak ediyorum; bi' köşeden izleyip belgesel yapmak istiyorum haklarında...
Belgeselin adı: 'Memnun musun aşkım? '
  • Lütfen, pedlerinizi tuvalete atmayın.
  • İşiniz bitince musluğu kapatınız.
  • Lütfen maymuna sigara vermeyin.
  • (Olabilecek en absürt yerde) Burada sigara içilmez.
  • (Tuhafiyede) Soğuk su bulunmaz.
  • (Kitapçı) Akbil doldurmuyoruz; köşedeki büfeye sorunuz.
  • (Giyim mağazası) Deneme kabinine tek kişi girebilir.
  • (Olmadık yerde) Buraya park etmeyiniz.
  • Gereksiz yere zil çalmayınız.
  • Tanımadığınız insanlardan yiyecek ve içecek almayınız.
  • (İtafiye hattı) Gereksiz yere hattı meşgul etmeyiniz.
  • Değerli eşyanıza sahip çıkın, lütfen. (Anne nasihati gibi...)
  • Kütüphanede sessiz konuşunuz.
  • Araç hareket halindeyken inmeye çalışmayınız. (Deli mi ne? )
  • Aksesuvardır, yenmez.
  • Kapımın önüne çöp koymayınız.
  • Giderleri çekirdek kabuğuyla doldurmayınız, çöp kutusu yandaki.
  • (155 uyarısı) Acil olmayan ve polisi ilgilendirmeyen şikayetleriniz için gerekli birime ulaşınız.
  • Burası tarihi çeşmedir; işemeyin, çöp atmayın. Yazık, günah değil mi?
  • Yağışlı havada tavan penceresini kapalı tutunuz.
İnsanın aklına asla gelmeyecek bu davranışları, uyarı tabelalarına konu olacak biçimde icra eden insanlardan biriyseniz, peşinizdeyim. Meraktan.

25 Ağustos 2012 Cumartesi

3 BOYUTLU BASAMAK




Gezegenimin gizli bir köşesinde, arsız bir kaygı kalmış.
Öyle eşten, dosttan değil; kendimden bile sakladığım bir canavarmış.
Büyümüş; ellenip ayaklanmış; 3 harflilere, 3 boyutlulara, 3 vakitlilere karışmış...
Yürümüş yollarca, uykuma karışmış...
Ben aslında korkmuşum.
Aslında ben bırakılmaktan korkan bir çocukmuşum.
Gücüm yenmiş korkuyu ama korku içerlemiş bu yenilgiyi; savunmasız rüyada, hırs yapmış bir çirkinin oyuncağı olmuşum...

Rüyamın içinden, yaşadığımız dünyaya kadar ulaştı sesim; öyle kalpten istedim kurtulmayı, öyle korktum oralarda kalmaktan... Tüm canlarımla çabaladım... Sesim başka evrenleri uyandırdı, ben uyanamadım.
Tepelerin arkasından bir kol uzanıp çekti beni; çekip kurtardı kalbimi; ağladım. Yaşsız, susuz ve mutlu.
Seni tüm gezegenlerimde aştım çirkin canavar...
İyi ki rüyaydın, rüya.
İyi ki gerçek değildin, kabus.
Rüya suyla yıkanınca geçermiş; suyun içine dolup yerini bularak uzaklaşırmış gözlerden.
Yıkan aklım, yıkan kalbim, yıkan gözlerim, yıkan tüm gezegenlerim ...

23 Ağustos 2012 Perşembe

ÇEMBERDIŞI



Doğrusuyla yanlışıyla, kim olursak olalım kesin söylemiş olduğumuz şeyler var... 

  • Tırnaklarımı çok kısa kesmişim, bir  acıyor ki sorma...
  • Kolumun üstüne yatmışım gece, tutuldum çok fena.
  • Tavuk dokundu galiba.
  • Sabak ılık su iç.
  • Maydonoz suyu ödemi alıyor, toksinleri falan söküp atıyor.
  • Levent Yüksel' in ilk albümü benim icin çok ayrıdır ama...Zaten sonra da bi'şey yapamadi o ya...
  • Ben Hayat Ağacı' ndaki o itfaieden bozma evin hastasıydım; Sam yukardan boruyla iniyor filan... Çok güzel ya...
  • Hababam sınıfının ilki en iyisidir, kim ne derse desin...
  • Yok canım; erkenden kalktım aslında. Bi' ton iş hallettim, sonra geri uyumuşum. Boşver ya, sen n'aptın? ( Aradaki 'bi ton iş' bölümü hiç yaşanmamış tabii... )
  • Dişlerimi temizletecegim. ( En az 5 ay önceden söze dökülür; sonra da işte belki temizletilir o diş. )
  • Biz de göçmenmişiz aslında, başka bi' ülkede atalarımız varmış, gemiyle mi ne gelmişler...De mi anne? (Annedeyiz: Boş bakış.)
  • Küçükken sarışındım ben.
  • Kaş'a gitmelisin.
  • Etiform bildigin saman kağıdı. ( Hapur, hupur yer bi'de hep.)
  • Avrupa turu o kadar da pahalı değil aslında.
  • Ben öyle nişan-düğün-kına gecesi ayrı ayrı istemiyorum ya; ne gerek var. ( Hepsi hepsini yapar)
  • Köye yerleşelim ya.
  • Yarın yağmur yağarsa sıçtık.
  • Annem biliyor da babama daha söylemedim.
  • Aslında çok pahalı kaliteli bi'şey de, ben indirimden aldim.
  • Hiç sevmem ilaç içmeyi; hep bitkisel şeylerle iyileşirim. Aktarcıyım ben. ( Bi' ton ilaç içer- uykusu kaçınca yarım kas gevşetici ya da alerji ilaci içer: misss)
  • Aramayacağım (derken bile aramaya baslayabilir)
  • Ya sana söyleyecektim de telefonda konusmak istemedim; canlı canlı anlatayım dedim ( aklına bile gelmemiş aslinda;))
  • O kadar tuzlu yersen elin yüzün böyle börek gibi şiser iste. Azalt şu boku azalt! ( kendinden emin bi öfke... niyeyse?)
  • Sen o mekanı sahibi degişmeden önce görecektin.
  • Çok satan kitabı hemen okuyamam ben...
  • A! Oimpos' a şimdiye kadar gitmediysen gitmene gerek yok, bi' özelliği kalmamış artık- 10 yıldır aynı laf...

...ve daha birsürü...

Demeyen , dememiş olan varsa mertçe çıksın söylesin. 'Yok ben bunlardan birini bile demedim' desin. Tanışmak istiyorum o çemberdışı kardeşimizle.

21 Ağustos 2012 Salı

HAVADA DAĞILAN SES





Kendi hali, ağır bir ilacın yan etkisi gibi olan insan da var tabii; yok değil...
Uykulu, kopuk ve şiş yanaklı...
Gülerken, zehirlenmenin belirli hir semptomu gibi görünen davranışlar gösterir...
Her an kusabilir gibi buruşuk bir yüz, su yeşiline dönen ten rengi...
Bu insan bazan bir kişiye kırılır ve o kırgınlığı, bir camda dağılarak büyüyen bir çatlak gibi, yaşamındaki tüm kişilere çoğalabilir...
Bir tek meselesinden, yaza damgasını vurmuş bir şarkısından bahseden pop star gibi ballandırarak bahseder...
Vazgeçme sokağına girip bir tek emanet bırakacakken, herşeyini bırakıp çıkabilir...
Etkilerle örülü dalgalardan, sörf yapmayı beceremeden, batarak ve çıkarak geçebilir...
Bir gün yemek sofrasında aniden koyduğu bir kural, bütün hayatını ele geçirir. Kendisi gibi ağzından çıkanların da yolu şaşar.
Yol iz bulmak aklın, kalbin içinden başlayıp beş bir yana yayılır...
,

15 Ağustos 2012 Çarşamba

BİTTİ




Önce sarıldılar, birbirlerine baktılar, düştüler ve yine sımsıkı sarıldılar.

Sonra, birbirlerine sarı baktılar, düştüler ve yine sımsıkı sarıldılar.
Sonra yine düştüler, birbirlerine yeşil baktılar, düştüler ve yine sımsıkı sarıldılar.
Sonra yine düştüler, birbirlerine  yandan baktılar, düştüler ve yine sımsıkı sarıldılar.
Sonra yine düştüler, birbirlerine  gözleri kapalı baktılar, düştüler ve yine sımsıkı sarıldılar.
Sonra yine düştüler, birbirlerine 'evet' dercesine  baktılar, düştüler ve yine sımsıkı sarıldılar.
Sonra yine düştüler, birbirlerine  suyun içinden baktılar, düştüler ve yine sımsıkı sarıldılar.
Sonra yine düştüler, birbirlerine  kapının arasından baktılar, düştüler ve yine sımsıkı sarıldılar.
Sonra yine düştüler, birbirlerine  tutularak baktılar, düştüler ve yine sımsıkı sarıldılar.
Sonra yine düştüler, birbirlerine  yanarak baktılar, düştüler ve yine sımsıkı sarıldılar.
Sonra yine düştüler, birbirlerine  sığarak  baktılar, düştüler ve yine sımsıkı sarıldılar.
Sonra yine düştüler, birbirlerine  kederle baktılar, düştüler ve yine sımsıkı sarıldılar.
Sonra yine düştüler, birbirlerine  öylesine baktılar, düştüler ve yine sımsıkı sarıldılar.
Sonra yine düştüler, birbirlerine  boş, boş baktılar, düştüler ve yine sımsıkı sarıldılar.
Birbirine yaklaşmaya çalışırken, birbirini sevmekten yorgun düşen iki insan,
birbirine sahip olduğu an,
yanlara düşerek kolları,
yeniden birer yabancı oldular.
Hep sevmekten, gerçekten...
Çabalamaktan bitkin düşerek silindiler...


14 Ağustos 2012 Salı

GÜNDÜZ



Parmağın ucunda kalan kelimelerle geçen gündelik bir gündüzdü...
Dilden yazıya kadar yolunu almış, bir parmak ucuna kopyalanmış, oracıkta takılı bir saç teli gibi kalmış bi' cümle...
Tohumu ömürler öncesinden atılmış bi' duygu, sabahıma açtı gözlerini. Doğdu. Gündüz oldu. Sadece bakkal ve saksı gördü beni. Elimde sallanan ses görünmezdi. Kosmosta askıda kalan lafım uçuştu yüzümün etrafında. Çoğaldım.
Çok. Çok. Çok... Kısacık eteğin içindeki, kabile doğurabilecek verimli bir rahim gibi çok.
Çok: adalara kadar yüzdüren kısacık, kuvvetli nefes.
Çok ama çok; gözle değil de, yüksek bi' yere çıkınca hissedilerek algılanan çekim gibi...
Kelimeye sığmamış, nehirlerce göz yaşı gibi çok.
Herşeyi başlatan küçücük bi heyecan gibi.
Son bakıştaki soğuma gibi çok...
Tıkır, tıkır zamanı biçimlendiren saati çalıştıran  pil gibi;
herşeyin bi cani bi kalbi vardır.
Kalptir o kalp.
Kalp çoktur.
Çok olan çoktur ve aslında gerisi de yoktur.


9 Ağustos 2012 Perşembe

ÇİKİN




Tatlı, tatlı; ağzını şapıdatarak konuşan kadın birden etrafındaki herkesin uyuduğunu fark etti.
Çok şaşırdı birden.
Yanındakileri,
tüm sokağı,
şehri,
şehirleri,
dağ kedilerini uyuttuğunu biliverdi. Vay be! O kadar çok konuşmuş olabilir miydi?
Yalanı böylesine sindirmiş ve vicanını bu denli dindirmiş olabilir miydi?
Herkesi uyuttu.
Herkesi uyutabildi.
İşte bu ürperticiydi.
Kendi bile tedirgin oldu insanın çirkince gücünden.
Kötülüğüyle yüzleşti,bi'an gözü takıldı,  gülümsedi ve geçti.
Nedir canım ? Kısa bir sessizlikti ve kaldığı yalandan ve hatta istediği yalandan başlayarak  devam edecekti... Hiç... ama hiçbir şey olmamış gibi.
Of! O ne biçim bir delilikti!
Ne var ki? O da öyleydi...
Topraktan elini eteğini çekendi; çikin.
Böylesi, zamanla zaten bütün anlamlarıyla 'çirkinleşirdi' . Nezle olunca bile lanetlenmiş gibi ucubeleşirdi.
Burnu büyür ve kızarır,
çenesinden kıl çıkar,
durmaksızın şişmanlar,
elleri kupkuru ve benli olur,
sümüğü yeşil olur,
kulaklarından irin akar,
kaynar içi kaynar,
kötücüllüğü organlarına asit gibi damlar ve köpürterek yakar,
gözleri küçülür,
ağzı kokar,
rengi çürür,
kambur yürür.
Çikin. Git!
Git! Sinsilik sanatçısı.

7 Ağustos 2012 Salı

Ve karga konuşmaya başladı...






sokaktan bi' araba kayboldu,
biri pencereyi kapadı...
yere bi' bozuk para yuvarlandı.
küçük bi' kız kıkırdadı.
komşunun eteği açıldı.
kalabalık uzaklaşıp silindi...
renkler çoğaldı...
sessizlik, uzayda bi' boşluk yarattı,
içinde kaldık.
orası gözlerin açıkken bulabileceğin bir yoldan gidilemeyen, havada asılı bi' gezegendi...
belkide yanından trenler geçerdi ama kimse bilemezdi.o gezegende sesler dilsiz birer melezdi.
Sonra birden sihirli bi' yıldız kayıverdi...
Çın...
...nnnnn...
....
Ve karga konuşmaya başladı...
Bütün eski sesler geri geldi.
Sokağa bir çingene kavgası toplandı; ellerinde bidonlar vardı.
Bir genç adam akordeon çaldı...
Zamanın durgunluğu, duruluğu bitti; yeni ve az önceki kadar olmasa da  güzel bi' hayat başladı...



2 Ağustos 2012 Perşembe

CINGIR MINGIR





Bedenimiz ve ruhumuz, hayvanca güdülerle zamana adapte oluyor. İçgüdülerimiz dahi biçim değiştirdi. İstekler, ihtiyaçlar birbirine geçti...
Korktuk.
Kızdık.
İyimser akılsızlar olduk.
Şüphelendik.
Çok konuştuk.
Yargılayarak yargılandık.
Güven ihtiyacı  ile gelişen , bilim kurgu kalitesinde kilitlerle donattık  evlerimizi.
Müziğin sesini açtık.
Sustuk.
Paranoya ile 
çoğalan kapılarla labirentler yaptık;daha da içinden çıkamadık.
Labirentin, koordinatlarını bilmediğim bir çıkmazından seslenen turuncu bir tavşanım şimdi.
Yanımdan bi' top yuvarlanıp yolunu buldu; ben bulamadım.
İnsanin,  130 kilo oksa dahi, görünmezleşecek kadar özgüvenini yitirişini izledim. Sesin silinişini, hacmin eriyişini izledim. Koştum.  
   Etkisizlik ve görünmezlik üst üste eridi; insanı ekmeğe sürüp yediler. İnsan kendini yok etti.
   Bir çeşit intiharın ponpon  kuyruklu şahidi oldum. Yataklarına çekilip kendini öldüren, daha az bi' nüfusla uyanıp
   yoklaşan insanların ülkesinde bir tavşanım. Gözlerim doluyor.
Boy, boy kapılar.
Bu kapılar giderek bedenin bir parcası olup, güzelligi seven insan tarafindan süsleniyor. Allanıp pullanıp insanların aralarında duruyor; gecit yok. Kilitleri bireyler belirliyor, herkesin farklı.
Kapıcılar, kilitçiler zenginleşiyor. Kimseleri olmadığı evlere bile kale kapısı takıyorlar.
Sıkıcı piçler.
Yalancılar ve hırsızlar yükseltti bu 'gardiyan, kapı/kilit sektörü patronları'nı.
Mahremiyet ve hapislik birbiriyle karıştı.
Sinsiler!
Bir tünel kazıp çıkacağım buradan...
ama korkmayın, yardım getirmeye gidiyorum. Ben dönene kadar dayanın.

1 Ağustos 2012 Çarşamba

BANA MI DEDIN?





Bir kişi, sadece 1 kişi koşarak gelip, parmağını uzatıp, en yüksek sesiyle
'o bir karpuz!!!' diye seslendi. 'O' kendine baktı, kendini dinledi ve 'Yo, ben karpuz değilim.' dedi ve yürüdü. Geride ikili bir soru asılı kaldı: 'O karpuz mu? Karpuz değilse ne?' ve 'Ben karpuz değilim, bir kişinin beni karpuz sanması beni karpuz yapar mı?' ...
Yürüyüp gitti kadın. Yürüdükçe çekirdeklendi... Kendinden bir dilim koparıp serinleye, serinleye kemirdi. Düşünmek yersizdi; kadın karpuz değildi. İlki kendi olmak üzere bir sürü şahidin huzurunda karpuz olmadığına yemin etti. O'nu karpuz sanan da gelsin tadına baksındı. O da mı olmadı? Kadın yine de müteşekkirdi; en azından ne olmadığına emindi şimdi. Yol güzel, süreç temizdi. Her uzanan parmak da gülün dikeniydi.
Yürüyüp gitti, eteklerini toplayarak köşeyi döndü. Şimdi yüksek bir duygunun tepesinde, eskisinden de yeni biriydi.