31 Ekim 2012 Çarşamba

SöZ



Sana gözüm gibi bakacağıma söz veriyorum...
An, an seni yaşayacağıma;
seninle çok şeye güleceğime;
senden çok şey öğrenmek için tüm gözlerimle seni izleyeceğime söz veriyorum.
Senden gelen güzel haberlere çok sevineceğim...
Bazan sana uzaktan sesleneceğim. Kokun ömrüm boyunca burnumun ucunda duracak, yanımdan koşarak biri geçtiğinde gelen esintiyle bile kokunu hatırlayacağım.
İp atlayıp top oynayacağım;
plastik topumun kırmızı, ipimin yeşil, gökyüzümün pembe olacağına söz veriyorum.
Çoğalacağıma; insanlarımla, kelimelerimle, acılarımla, sevgiyle ve çok gülerek çoğalacağıma söz veriyorum.
Köpüklü şarkılarla, ay ışığında yıkanacağıma;
zannetiklerimle anladıklarımı tanıştıracağıma söz veriyorum.
Saçmalayarak büyümek için kendimi kollarına bırakacağıma;
defolarımı tamir etmek için yorulacağıma;
seninle çok sevip, seninle çok yolculuk yapacağıma;
değdiğim her şeye iyi gelmek isteyeceğime söz veriyorum.
Topuk tıkırtılarımla lunaparkın içinden geçip,
rüyalarımı denizlere anlatacağıma;
dolu dolu ağlayacağıma söz veriyorum...
Seni layıkıyla ve afacanca yaşayacağıma söz veriyorum...
Sana söz veriyorum 30. yaşım...

29 Ekim 2012 Pazartesi

ŞEKER Mİ SANDIN İLACI?















Bir gün, bir gün bir kadın,
eve de gelmiş kimse yok...
Açmış bakmış yatağı,
aşk da sanmış yalanı.
Ağlamış, ağlamış yorulmuş;
akşama kaygı başlamış.
Kıvrım, kıvrım kıvranmış;
geleceğe bi' bakmış.
...
Demişler 'tilki döner, dolaşır kürküçü dükkanına döner; sabret.'
'Ama' demiş kadın; 'ama o tilki de ben neyim? Şunu iyice bilin: Ben de her halimle bir tilkiyim... ve burası kürkçü dükkanıysa hiç de öyle geri dönmek niyetinde değilim.'

Portakalı soydum,
başucuma koydum;
ben bir çare buldum;
duma duma dum;
kırmızı don.
Dışarda yollar,
koşa koşa bitmez.
Adamcık, cık, cık, cık.
Kadıncık, cık, cık, cık.
Ben bu oyundan önce çıktım!

22 Ekim 2012 Pazartesi

SAYGI DURUŞU



Koşarken, koşarken gelen bir sakinlik işareti.
Sakinlik ve sükunet imdadı ruhtan.
Patlak veren her bir hamle, yanlış ya da vakitsiz bir adımın gizli habercisi çünkü.
Yolu, izi bilmek için tüm gözlerle izlemek için duruş.
Can kulağıyla dinleyip, gücü doğru yere harcamak için duruş.
Yaşama saygı duruşu.
Duracak güzel bir yer bulup, izlemek ve anlamak için sağlam bir duruş seçip durmak gerek.
Bi' denizin ortasında?
Anne, baba kucağında?
Bi' kapının dışında?
Sevgili omuzunda?
Bi' kitabın arasında?
Arkadaş arasında?
Bardakta?
Pencere arkasında?
Yabancı bi' çarpışmada?
Bi' sokağın tam ortasında?
Orada, orada, orada bir yerde işte...
Hadi ben durdum.
TIP.

18 Ekim 2012 Perşembe

HANGi?




İçi karanlık bir vagon durdu herkesin önünde...
Neyi beklediğini unutan kalabalık ilk adımını attı içine; sırf kapı açıldı diye.
   Bir erkek çocuk koptu içlerinden 'durun' dedi en kahraman sesiyle.
'Bakmadınız bile trenin nereye gittiğine!'
Ses kayboldu raylarda;
doldu kalabalık gittiği yeri bir tek kendi bilen vagona.
Komik mi komik, deli mi deli bir bir uğultu kaldı durakta.
   Bir de Barış adında bir oğlan çocuk: ismi bir salıncakta...
Barış, ismiyle müsemma bir ferahlıkla koşarak çıktı merdivenleri.
Şimdi hangi eve girmeli?
Bir suskunluk bulup sevgiyle çözmeli küslükleri...
Küsüldüğü bile unutulan gizli yerleri,
birer birer gezip temizlemeli...
Bir pencereden girdi içeri.
Evde iki kişi...
Biri ayağı kaymış bir peri; diğeri aklı karışık bir pelerinli seferi...
ama ikisi de korkmuş; her hallerinden belli...
Barış sordu: 'Hanginiz çağırdı beni?' ... 'Ben! Ben! ' diye seslendi kedi.
Barış ile kedi sessizce çaldı zilleri...
Peri ile Pelerinli' nin titredi sesi...
Birdenbire köprü doldu evleri... Köprü oldu elleri...
Öyle çabucak dinmedi kimsenin bulanık denizi tabii...
Barış ile kedi izledi:
Hiç değilse şimdi tatlı bir köprünün üstünde el eleydi Peri ile Pelerinli...
Athol Fugard'ın da dediği gibi "sessizlik bazan 'beklemek' demekti"...

16 Ekim 2012 Salı

OKU


Doğruya doğru hocam.
Okunaklısın.
   Okumayı bilene; kendini görebilsen öyle güzel okurdun ki yüzünü... Çeneni, gözlerini, bakışlarını tek, tek ...    
   okurdun.
Bir fotoğrafını eline al, iyice bak.
Kendinle gözgöze gel; oku.
   Belki o fotografı çektirdiğin an bile farkında değildin durumunun. Ne hissettiğinin nasıl da belli olduğunun...
Nasıl da şeffaf ve dopdolusun.
Gözlerinden korku, umut, neşe patlıyor.
Yanakların gergin, bakışların incelikli...
Ellerin nasıl?
Dudağındaki kıvrım?
Saçlarındaki telaş?
Bakışlarında bir ülke dolusu kalabalık...
Kulağının ucunda çocuksu bir çizik...
Kirpiklerindeki tatlı sevgi peki?
Boynunda, taşıdığın her cümle...
Yanakların sır cepleri...
Yüzünün her yerinde nefis bir esinti?
Nasıl ve kim gibisin?
Bak...
Tersten de bak, yandan da...
Oku...

Omuzlarında duran yükleri ve yüklerinin ucundan tutan meleklerini, yakınlarını gör...
Sen, tüm yaşamının resmisin...
Beklediğini ta içine sakladığını sanarak ve aslında başının üstünde taşıyarak bir vapura binmişsin.
Göçebesin.
Çizgifilm karakterleri gibisin.  

Cansın.



11 Ekim 2012 Perşembe

KIRMIZI IŞIK



Herkesin 'durma' hakkı var.
En saklı hak; durma hakkı...
Başta kendimize, birbirimize;
   birlikteyken ya da tekken;
çalışırken ya da koşarken;
yaşarken diyorum yaşarken: durma şansı vermeliyiz... Yenilenmek için.
   Herşey 'yeni' için.
Düğünün birinde, iki plastik sandalyeyi birleştirmişler de uykusunda oraya bırakılmış gibi bir uyku uyuyarak mesela... Öyle güzel, öyle gürültülü, öyle hem bu dünyada hem öteki ruyada.
Öyle paralel evren etkisi ile yavaşlasın zaman.
Isıyı geçirip ısınmayarak;
dinleyerek;
yolun kenarında gözü dalmış şekilde kalarak;
battaniye kucaklayarak;
sayarak;
öyle ya da böyle bi' dursak? Biraz? Bu anlar önemli anlar. Gözden kaçırmasak?
Olur mu patron? Deneyelim mi bi?

9 Ekim 2012 Salı

GÜRBÜZ GÜZELİM



Sen istediğin kadar spor yap Türk kızı. Türkmen gızım benim, göçmen kuşum, karmakarışık genetik sahibi güzel gızım. Kınalı yapıncak. Al yanaklı anam. Sen plates' e, yoga'ya, spora yardırıp gitsen de; binbir organik destekle yeni hücre peşine düşsen de; yuvarlak hatlısın balam. Ne güzel işte! Anasın, 34 beden olsan da... Diet esnasında börek, baklava sayıklarsın; bir nutella gördün mü kaşıklarsın... Neşeli ve rahatsın... Salon eve uzaksa sen de fikren spora uzaksın: Balerinlerinki gibi değil de;  eski tablolardaki balık etli-beyaz kadınlarınki gibi bacakların. Oh işte! Bir de yanlış spor yaptıysan, al işte sana, futbolcu bacaklısın bebeğim. Türün böyle senin akıllı kızım, zorlama. Teninin rengini açarak anatomisini inkar eden zenci gibi sosyolojik bir objesin. Yapma. Sen bembeyaz tenli, börek gibi bacakları olan, orta boy, mermer gibi, al yanaklı bir güzel kadınsın. Kendine bi' bak. Aslında öyle ne güzelsin hemşerim yauuvvv...
Sağlık ve güzellik hamleleriyle doğallığa; en büyüleyici görüntüye kavuşmak ve bu sihri korumak olsun hedefimiz. Ha fıstığım benim? A benim sultanım? Hm?
Herkesin kendine has bir burnu, biraz göbeği,  açık renk teni,  koyu saçı, kahverengi eşek gözleriyle, masmavi deniz gözleriyle türünün klasik ve nadide örneğisin. Sen japon olsan gözün çekik olurdu kendilinden. E olmamış ablam. Sen niye gidip çektiriyorsun gözlerini? Niye saçının yapısını bozup düzleştiriyorsun. Biz hokka burunlu bir ırk da değiliz; neden birden herkesin burnu hokka oluverdi? İnanılmaz bir sarı tonu bulup saçını boyamak niye?  Kılık değiştirir gibi. Tanınmamaya mı çalışıyorsunuz? Aranıyor musunuz? Bir suç filan mı işlediniz? Ne! Ne oldu? Katil misiniz lan siz!!! İmdat! Kaçın.



4 Ekim 2012 Perşembe

FİLMİM































Bugün 50.000 ren geyiğinin doğumgünü...
Tepelerin düzlüğünde 50.000 anne ren geyiği, aynı gün bebeklerini doğurdu...
Bugün de hergün gibi dünyadaki herşeyin değiştiği sıradan bir gün...
Zikzaklı çizgiler çizerek yürütüyor beni hayat.
Ani bir hareketle yerimden fırlayıp gitmemi istediği yolun ortasından, mayın gibi sessizce bekleyen bir tramplenin üstüne attırıyor adımımı;
zıplayıp yükseliyorum.
Birkaç zıplayıştan sonra, zınk diye asılıkalıyorum havada.
Bir durma anı.
Askılarım kopuyor ve nehre düşüp akıntıyla sürükleniyorum.
Bir dal düşüveriyor önüme, köprü gibi iki kıyıdan tutunup duruyor; hemen yeni bir yol.
Macera dolu bir aksiyon filmi kurgusuyla;
pıtıpıtı kalbin heyecanıyla;
romantik komedi tadında;
olumsuz örnek olabilecek ve eğitici davranışlarımla;
2 yaş altı, 18 yaş üstü demeden;
gerilimleri korkuya dönüştürmeden;
belgesel çıplaklığında;
dram kareleri serpiştirilmiş araştırma serisiyle;
gelen sesleri kabul ederek;
   kendi yerime gidiyorum.
Kendi zamanımda.
Sultanınız emin ellerde beyim.

2 Ekim 2012 Salı

CANIM


Oda, oda içim: Ruhlarım geziyor odalarımda.
Hepsinin başını tek, tek okşamak için sevgiyle geziyorum....
Çocukluğumu seviyorum; kucağıma alıp döndürüyorum, gülüyor.
Bebek kokulu saçından, bebekliğimdeki saçımdan öpüyorum O'nu...
Şeffat duvardan geçip en başarısız halimi buluyorum.Üzgün. Canım. O' na sarılıp ağlamaklı, gülümsüyorum. Bi' bilse...
Taze aşık olmuş halime çiçekler götürüyorum; kayboluyor çiçeklerin içinde.  Yıldızlara bakıyoruz beraber. O halimi, Içimde sonsuza kadar taşımak isiyorum. Sımsıkı sarılıyorum O' na. Umudum...
Bit kadar bir haber ile havalara uçan halimle kadeh tokuşturup, hemen başka bir odamda buluyorum kendimi...
Bir köşesinden pencerenin, bakakalmış olup bitene... O'dan çok şey öğrendim, çok...
Bir okulun içinde, bir sahnenin kulisindeki dolu gözlerimle gözgöze geldim. Ah... Benim sahneye aşık halim...
Saçlarını taradım çalışkan halimin...
Haksızlığa uğradığı yerde kaskatı kesilmiş; sesi çıkamadan yardım çağıran halimi buldum sokakta. Zımba gibi bir tokat attım, sarılıp ağladık.
Yalan söyleyen halime TUTTT! masam düşüyodun!!! şakasını yapıp, saçını çekip kaçtım.
Çok ama çok sevilen halimle bir bardak huzur suyu içip hacı oldum; kutsandım.
Mahalledeki evden alıp önlüklü halimi, okula götürdüm; en pasaklısından meybuz yedik.
Uzun ve renkli saçlarımdan kül ayıkladım, üniversitedeki kantinin tuvaletinde...
En savunmasız halimi kalabalıktan söküp, bir ağacın altına bıraktım...
Ada, ada gezdirdim bırakılmış halimi...Ağladı, sustuk. Canım.
Annemle babamın arasında uyuyan halimle dalga geçtim; 'çüş! 17 yaşında değil misin sen şımarık!'
Saatlerce kakır, kakır güldüğüm deli halimle eğlendim, o halimin arkadaşlarını ne özlemişim.
Kitabıyla kucaklaşmış, başka dünyalara dalmış halimin kahvesini tazeleyip, kedisini besleyip sessizce çıktım odadan.
Profesyonelce ütü yaparken izledim kendimi; sinema telkinli şarkılarla...
Bir adamın uykusuna kaçmış fırfırlı halimle dans ettim en güzel müziklerde...
Dilekler tutup yemekler yapan halime yardım ettim, görmedi bile beni; domestik.
Kendimi uyurken izledim. Bu da ben miyim? Kim bilir hangi gezegende, nelerleyim? Uykusunda defalarca uyanan, uyandıkça bu dünyaya yaklaşan, daldaki serçeyim...
Kendinden emin, tıkırıklı pabucunda gezen halimle güzel bi' iş yemeği yiyip, sesleri takip ederek bir tepenin üstüne koştum.Koşarken eteklerimi tuttum...
'Çıt. Tık. Tıkıtıkı. Pıt.' ederek yazan ben. Hiçbir halime sır vermedim, ses etmedim. Hayranlıkla gezeledim.
Ben kim oluyorum da çocukluğumdan, hallerimden, 'ben' lerimden büyükmüş gibi kırıtıp geziyorum... En bilgesi hangisi ki? Ben değilim. Net.
Ne oldu da göründü hepsi bana?
Bi' aşk?
Bi' bakış?
Bi arkadaş?
Bi' nakkaş?