26 Şubat 2014 Çarşamba

KAPI DİNLEMEK ÇOK AYIP Bİ'ŞEY




( 5 numarada oturan İrfan Teyze ismi îtibariyle ilk günden beri merakımı cezbetmekte. 
Eh... İçeriden de sesler gelince... Dinledim kapıyı n'payım; kel kafalı bir tarih öğretmeniysem de, nihâyetinde insanım ben de ! )

Lütfü           : Halacığım özür dilerim; nereden bileyim bu kadar üzüleceğini!
İrfan Hanım : Hayvan! Hâla anlamadın; önemli olan benim üzülmem değil, senin acımasızlığın. 
Lütfü           : Ne yaptım ki? Kim olsa aynı şeyi yapardı!
İrfan Hanım : Hayır efendim. Sen gözlerimin önünde cinayet işledin! Öyle kendini savunmak için filan da değil; zevk için öldürdün hem de!
(Neeeeeeeeyyyyy????)
Lütfü           : Abartıyorsun.
İrfan Hanım : Empati yoksunu, kaba saba bir tip oldun. Zafer dayına mı çektin sen?! O da senin gibi düşüncesizdi. Boş boş konuşur insanı canından bezdirirdi. Zamanımızın, sakin kafalarımızın katiliydi o gâvurun oğlu da. 
Lütfü           : Ne alakası var şimdi hala ya?
İrfan Hanım : Var tabii! Gereksiz konuşmak en bi sinsi tacizdir. Maruz kalan insanı boğar, çileden çıkarır. Aklının içindeki meydanda yüzlerce kişi toplanıp " Yeter, n'olur sussun artık! İmdat! Gevezeliğe hayır! Ağzını kırdığım, bana ne lan bunlardan! Diren ruhum!" diye ayaklanır da nezaketinden ses çıkaramazsın. "Hım... Ya? Evet... Tabii ya!" diye idare edersin. 
Lütfü           : Hım... Ya? Evet...
İrfan Hanım : Terbiyesiz!
Lütfü           : ...
İrfan Hanım : Ne sustun? 
Lütfü           : ... Bir sinek öldürdüm diye ettiğin lâflara bak Allah aşkına... Burnumdan geldi güzelim içli köfte. Sinek dediğin nedir ki? 'Sineklik' diye bir alet var ya! Bu hayvanın olayı bu.
(Hah! Ölen sinekmiş... Ödüm koptu itiraf edeyim. Ayak üstü aklım sıçrayacaktı; saç döktüm yav!)
İrfan Hanım : Öyle deme. Kendi uçar giderdi o... Hayatta kalabilmek için bi sineğin yardımına ihtiyacımız var: sonuçta insanız.
Lütfü           : Ne diyorsun sen hala, gözlerimin önünde aniden bunadın mı acaba? Gidelim mi hastaneye filân ?
İrfan Hanım : Terbiyesiz! Cahil serseri. 40 senedir üniversitedesin, doğanın dengesini, organik yapısını; bir sinekle aramızdaki bağı anlayamamışsın. Ben nasıl anlatayım sana? Kıçımın akademisyeni!
Lütfü           : Ağır konuştun. 
İrfan Hanım : Biliyorum.
Lütfü           : Hala? .... Ağlıyor musun sen İrfan Hala? 
İrfan Hanım : Erkek miyim ben oğlum, ayakta ağlayayım?
Lütfü           :Sen onu yanlış anlamışsın halacığım... Neyse ya...  Off! Şiştim valla...
İrfan Hanım : Öküzsün. 
Lütfü           : Tamam.

(Dinlediğime değdi! Ne saçma ne güzel muhabbetti! ) 


18 Şubat 2014 Salı

SANA Bİ'ŞEY OLMASIN



Anılarımı ve yolculuklarımın kanıtlarını, çocukluk hayâlimizi gerçekleştirdiğimizi ilân ettiğimiz fotografları, kelimelerimi ve bir daha asla izleyemeyeceğim görüntüleri, anları, arşivleri, yazıları sattın! Ve hepsinin yerine bana mavi bir tabure aldın anneanne. Ah! Kızamıyorum da sana! Canım, tatlı, şeker anneannem. 
... 
Ama sen o tabureyle belimi kırarcasına vurdun bana bir kere. İstemeden, tamamen iyi niyetle sattın, ne diyebilirim ki.... 
Ama içim yandı! (Ah! O sabah çektiğim fotograf. Fındıklı'da çektiğim! O! Ne kadar uğraştım ve sonunda ne harika olmuştu biliyor musun anneanne? Keşke sana gösterebilseydim. Çok severdin eminim. Ama sen onu da sattın.  Hani, bilgisayarın içinde yani... Ben o bilgisayarı tamir ettirip, içinden 2 yıllık hikâyemi alacaktım; ruhunu kurtarır gibi ... Üzülme ama... N'apalım olan oldu artık... Canım benim ya! Bi de çipil çipil gözlerle 'Sattım hurdayı, yerine mavi bi tabure aldım kuzum; el yapımı ahşap bişeycik...' dedin ya bana. Yumuk ellerinle göstererek filân... Çitlembik pamuk şekerim benim... 
Yani insanı çiçekle dövmek gibi, şerbetle yıkamak gibi, birini -üşüdüğünü bilmeden- iyilik olsun diye serin suya itmek gibi bişey bu anneanne... 
Neyse. Senin bi suçun yok. Canın sağolsun... 
Ben kedimin su içme sesinin üstüne bi mektup okumuştum geçen gece... O kayıt da gitti eskiciye değil mi?  Ağh! 
Olsun... 
Yani bu... Bu zayıflamaya çalışan birine zorla tatlı yedirmek gibi, sürpriz olsun diye en sevmediğin adamı doğumgününe getirmişler gibi... anlatabiliyor muyum... Ah... 
Şimdi hayatımın iki yılı kosmosda bir yerde öylece , kendi güzelliğinde duracak. 
Neyse, neyse ve neyse... Öpeyim bilgisayarı, sana bi'şey olmasın anneanne... 

(Ohh! Yazdım, ağladım, rahatladım... Şimdi gidip şu tabureyi seveyim de biraz, sevinsin cimcik yanaklı anneannem. Ufff... Ama adadaki aşk masalım da gitti... Yo, yo... Tamam, iyiyim. Herşey kendi yerinde bu gezegende...)




12 Şubat 2014 Çarşamba

NO: 11

Çocuklar merhaba, 
bu mektubun hepiniz için beklenmedik bir havâdis olduğunu tahmîn ediyorum... Sakin olun. Mektubun 'alıcı' kısmına 17 isim yazarak postane tarihine geçtim galiba değil mi? Hepiniz oradaysanız mektubu Şebnem'e verin de yüksek sesle hepinize okusun; tiyatro sanatçısı O bildiğim kadarıyla. 'Bilidiğim kadarıyla' diyorum çünkü 41 senedir hiçbirinizi görmedim. Aranızda sadece adını bildiğim küçüklü büyüklü torunlar bile var. Tam da bu husûsu açacağım size. Yıllardır adaya adım atmadınız, attıysanız da haberim yok. Ziya Bey'in ani vefâtinin ardından, yaslı eşi Leman Hanım da alzeimer oldu, O'nu da alıp şehirde bir hastaneye yatırdınız ve gidiş o gidiş... Bir daha hiçbirinizi görmedim çocuklar, özledim sizi... Siz beni hiç özlemediniz mi? Nergis yavrum, annen nasıl oldu? 94 yaşına geldi değil mi Leman Hanımcığım, hastanede iyi bakılıyor mu? Kardeşlerin Zarife ve Ali'yle Ziya Beyciğimi ziyaret ediyor musunuz kabristana gidip Nergisim, çiçek kızım benim? Babanız çok değerli bir adamdı çocuklar, ziyareti ihmâl etmeyin. Ah! Keşke bende gelebilsem... 
Çocuklar siz küçücük birer yaramazken adanın altını üstüne getirirdiniz hatırlar mısınız? Şimdi öyle güzel ki burası! Erkenden bahar geldi bu yıl; şaşkın ağaçlar çiçek bile açtı. 
Ali? Orada mısın? Kuzum senin 19 yaşında delikanlı bir oğlun varmış! Rıza amcanın ismini koymuşsun, aferim sana. Yavrum çocuk otistikmiş. Adaya getirsene çocuğu temiz bir nefes alsın, neşelensin, zihni berraklaşsın. Aşk olsun sana Ali, Mecidiyeköy'de çocuğun içi mi sıkılsın hep? 
Zarifem? Ortanca çiçeğim... Mehmet ve Zaîm adında iki evlâdın varmış senin de, pek sevindim çocuğum. Sen tam erkek annesiydin genç kızken bile; kadınca bir sezgi işte. Mehmet'ten 8 yaşında damla sakızı gibi bir torunun varmış bi de, ne âlâ! O şimdi ne şekerdir! Getirin adaya yavrum O'nu. (Gelinin Hülya'yı pek beğendim ayrıca.) ... 
Zarife... Oğlun Zaim'in üstüne pek gitme; bırak O da özgürce yaşasın aşkını; sana mı kalmış evlâdının cinsel tercîhine karar vermek? Annen duysa çok kızardı; Lemân Hanımcığım sizi özgür yaşayın, yaşatın diye terbiye etti; şahîdim... 
Nergisim... Evin ilk göz ağrısı... Çok sessiz sakindin çocukken, öyle misin halâ? Şebnemi çocukken ne çok getirirdin adaya... Şebnemcik civciv gibi oynardı bahçede sürekli. Becerikli çocuk seni! Sen tiyatro sanatçısı mı oldun bakayım? Helâl sana Şebnemcik... Hem de ikizlerinle, üç çocuğunla şıkır şıkır sahneye mi çıktın? Geçenlerde bir evden sesin geldi, sonra anladım ki filimde oynamışsın... Nasıl da tanıdım sesini! 

Hepiniz burnumda tüttünüz. 
Adaya gelin, 
hepinizi göreyim, 
sonra ya yıktırın beni 
ya da elime yüzüme çeki düzen verip merdivenlerimde koşturun...
Ya da ne bileyim, istekli bir aileye satın beni, yalnızım. ( Yandaki kiliseyi de yıktılar; ecnebî dostum gözlerimin önünde can verdi... Ya...)
Beni böyle bırakmayın çocuklar. Ben annenizin babanızın size yadigârıyım, siz benim ailemsiniz. Beni, bir türlü paylaşılamayan, uzlaşılamayan bir miras payı gibi görerek terk ettiniz. Ne çirkin bir hâl aldı hayat bilseniz... Sitem etmiyorum; sizden ses çıkmayınca müdehale edeyim dedim. Muâlla Hanım'ın torununa seslendim; bu mektubu yazdırdım işte. (Evlerle konuşuyor diye 'deli' derler adada sabîye...) Neyse... 
Gelince... Yani gelirseniz... (Gelin yahu!) ... İçeride birkaç oğlan çocuğu göreceksiniz. Pasaklarına aldırmayın, nazik davranın yavrucuklara. Birkaç aydır müştemilâtta kalıyorlar. İyi, neşeli çocuklar. Kibarca harçlık verip gönderin onları olur mu yavrum... 

Haydi, bir an önce gelin de şu işi hâlledelim... Sıkıldım bu hâllerden...

Sevgiyle gözlerinizden öperim...

                                                                                                                            İmza:
                                                                                                                            Büyükada'daki Eviniz




3 Şubat 2014 Pazartesi

"BANA MISIN?" demeden...


19 yaşındaki bir delikanlının en büyük sorunu mesajına geç yanıt veren kız arkadaşı olmalı; bütünlemeye kaldığını ailesinden saklamak ya da... Uykusu facebookta gördüğü fotograf yüzünden kaçmalı; sevgilisinin yanında sırıtan gıcık oğlana küfür ederek gitmeli okula sabah... Kot pantolon denerken tezgâhtar kıza mahcup mahçup bakmalı 19 yaşında bi delikanlı; anneler gününde annesine blûz almalı sevinçle! Okul bitince yapacağı yolculukların, seveceği kadınların, kapısını açıp çıkarken kendini kral gibi hissedeceği arabasının hayâlini kurmalı. Arkadaşlarıyla sabaha kadar gülüp eğlendiği için uyuyakalıp sınav kaçırmalı O; babasına bilgisayar kullanmayı öğretmeli gülerek. 'Spor ayakkabı mı giysem, bot mu?' diye saatlerce kararsız kalmalı; aynaya kendini beğenen komik bakışlar atmalı... Yazın kızlı erkekli tatiller yapıp ileride bakınca güleceği fotograflarda bulunmalı; bira içip asla yerine getirmeyeceği sözler vermeli kendine; iddiaları kazanıp tatlı tatlı dalga geçmeli arkadaşıyla. Kimseye göstermeyeceği bir deftere şiirler yazmalı; para biriktirip kendine deri ceket almalı. Sevdiği filmi defalarca izlemeli; rüyasında dayısıyla bisiklet sürmeli. Günlerce süren bir plânla unutulmaz bir eşek şakası yapmalı kuzenine; sonra kakır kakır gülmeliler boğuşarak. Eve ekmek getirirken neredeyse yarısını yemeli, hattâ yoğurt almayı unuttuğu için bakkala tekrar gitmeli, söylenerek. Parmakları nasır tutana kadar play satation oynamalı; sevgilisi sırtını kaşırken O sınav notlarına göz aymalı.  Tuttuğu takımın maçlarını izlerken ettiği küfürün bini bi para olmalı; 20'lik dişi için doktora gitmekten korkmalı. Birileri O'nu yüksek sesle müzik dinlediği için uyarmalı; 19 yaşındaki bi delikanlının abur cubur alışkanlığı olmalı...
Twitterdan îmalı cümleler paylaşmalı, sevdiği şarkıları banyoda bağıra çağıra söylemeli, kendine hayran... Yeni keşfettiği yazarlar sayesinde kendisini fenâ hâlde havalı hissetmeli; sağda solda acayip kelimeler kullanarak kızların kalbini çalmalı. Konser konser gezmeli O, parfüm seçerken bin kişinin fikrini almalı. Tişörtündeki yazılarla kendini radikâl hissetmeli; hocalarıyla kurduğu muhabbetle, aile toplantılarındaki sürpriz çıkışlarıyla büyümekte olduğunu ispatlamalı yetişkinlere. Ayarsız sesiyle metroda herkesin kafasını şişirmeli; buz gibi havada incecik giyinmeli. Sevdiği renklere boyamalı odasını; hevesi geçene kadar gitar çalmalı. Arkadaşlarıyla toplanıp Jack Daniel's almalı; başka dillerde şarkıları yarı doğru yarı uyduruk söylemeli; şevkle. Gözü kadının memelerine takıldığı için filmden bi bok anlamamalı; ailedeki miniklere bilmiş bilmiş ağabeylik yapmalı... Yakışıklı yakışıklı seslerle açmalı telefonunu; yemek yemeye doymamalı... Öğrenci evinde, kulak çubuğuyla kumanda temizlemek gibi komik huyları olmalı; çok sevdiği bir kız yeğeni olmalı 2,5 yaşında. Kararsız kafası yüzünden sevgilisinin canını sıkmalı; sonra da baçeden kopardığı bi çiçekle gönül almalı.
Eğlenmek uğruna soğukta beş altı duraklık mesafeyi 'bana mısın?' demeden yürümeli arkadaşlarıyla. 
Taşınırken yengesine yardım etmeli; mahâllenin küçükleriyle top oynamalı. Ani atarlarla saygısızlık edip pişman olmalı; amcasının aldığı saatine bakmalı sürekli, kırk yıllık zengin iş adamı tavırlarıyla...
Limonatayı çok iyi yapmalı meselâ; naneli, buzlu limonatası ev arkadaşları arasında rağbet görmeli.
19 yaşında bir delikanlı ergenlik ile genç adamlık arasındaki köprüde tıngır mıngır yürümeli; çaktırmadan eliyle saçlarını taramalı... 
19 yaşındaki bir delikanlı mutlu, gencecik, romantik, zıpkın gibi, umutla yaşamalı. Yaşamalı... 
19 yaşında bir delikanlı sokakta dövülerek öldürülmemeli...
Ali... "Şuramda bir kuş ötüyor..."