6 Aralık 2012 Perşembe

NİNNİ-ŞARKI SÖYLE BANA



-Gün saydığı her halinden belli Hanife' nin. Duvara çentik atar gibi tek, tek kaşlarını yolup duruyor kaç zamandır. Başta hiçbirimiz fark etmedik. Derken, derken komşu teyze sordu: "Sizin kızda bi' değişiklik var; yüzünde mi, saçında mı bilemedim. Besbelli birşey yapmış kendine, nedir?" ... Fark etmediğimi demeye utandım da "Neyse, ne? Genç işte." diye geçiştirdim. Lakin Hanife okuldan gelene kadar nasıl bekledim, bir ben bilirim. Geldiğinde, yüzünü aşıp aklının içini görmeye çalışır gibi iyice baktım. Huylandı ama birşey soramadı. Kibar kızım. Baktıkça gördüm ki azıcık kalmış kaşları, vah! İki tel kaş, gerisi boya. Nasıl da görmedik kuzumun halini. Silmiş yüzünü, silmiş. Konuşurken, okurken, ederken eli hep kaşında. Bir, bir çekip koparıyor kaşının tellerini.
Daha da izledim güzel gözlümü;  gözleri de dalıyor. Çıkıp, çıkıp gidiyor ruhu, bi' an boş kalıyor öyle. Çayına papatya kattım bir tutam; uyusun da büyüsün diye. Uyumuyor da çocuk. Hiç bilmedik biz, hiç. Bi'şey gelmiş başına. Kıpır, kıpır çenesi; dişlerini sıkıyor; inci gibi dişceğizlerini.
Gözümüzün önündeki çocuğun Çehresi değişmiş; komşudan öğrendik, ayıp. Demek ki nasıl yavaş, nasıl sinsi geldiyse bu hal; gözümüzü alıştıraraktan yerleşmiş sabinin bir avuç yüzüne.
Meğer aklına bir şey takılmış... Ucundan tutup o gavur fikrin, çekip çıkarmakmış derdi. Yavrum. Sahip çıkamadık biz bu kıza bey... Anası yakama yapışacak öteki tarafta. Vah...
Kalk bey, kalk... Bahçeye çıkaralım kızı. İki sallayalım, ninni-şarkı söyleyelim. Sevelim; masalla, duayla uyutalım kuzumu. Sabah da ılık suyla yıkayıp çiçeklerle ilgili efsaneler anlatırım O'na ben... İçi açılsın güzelimin. Kalk...
-Hanım, tamam... Çoktan kavuştu anasına Hanife... Gitti... Sen güzelce analık ettin; içini rahat tut artık. Gel bahçeye çıkalım. İki sallayım seni; ninni-şarkı söyleyim. Seveyim- ... Kalk hadi... (Ah...)


Hiç yorum yok: