14 Aralık 2012 Cuma

HAYLAZ




Bir varmış; bir yokmuş... Gökyüzünün en görünmeyen yerinde bir gezegen varmış. Kayan bütün yıldızlar bu gezegende toplanırmış. Kayıp, kayıp bu gezegene düşen yıldızlar kimseyi düşünmeden, özgürce parlarlarmış. Kollarında biriken dilekleri, gezegenin tam orta yerindeki çukura atıp şarkılar söyler, dikekleri gerçekleşmeye bırakırlarmış.
Bir gece yıldızlardan biriyle birlikte, kocaman bir saat düşmüş gezegene. Nereden gelmiş; nasıl olmuş da yıldıza tutunup kaymış, anlamamışlar. Kıpırdamadan beklemiş saat, birkaç ışık yılı... Kimse gözlerini bu yabancı nesneden ayırmamış... Ta ki saat uykusundan uyanıp 'tik!' diye çalışmaya başlayana kadar. Çok yemiş birinin düzensiz hıçkırıkları gibi 'tik!' ... 'taka tak!' ... 'Tiktak'... diye tekleyerek başlamış çalışmaya. Herkes etrafında toplanmış. Önce bu yeni sesle dans edip eğlenmiş yıldızlar... Gel gelelim hep aynı şarkı çalmaktaymış. Zamanla, kıvrımlı ve neşeli dans adımları; düzenli ve sıkıcı yürüyüş adımlarına dönüşmüş. Tek sıraya girip bilmedikleri bir yere doğru yürümeye başlamışlar. Ucu bucağı olmayan ufukları; dilimlere ayrılıp, günlere, saatlere ve hatta saniyelere kadar parçalanmış. (Bütün bunlar olurken çok korkunç sesler çıkmış. )
Ne yazık ki bir gezegen daha 'zaman' la tanışmış...
Sonra salgınlar... ve sonra binalar... ve sonra düğmeler... ve sonra gıcırtılar... ve sonra paralar... ve sonra kavgalar başlamış. Yıldızlar dilek çukuruna atlayıp, kaçarak kaybolmuş; geride  sadece dilek tutan varlıklar kalmış.
Zaman; bir gezegeni daha istila etmiş... Yaramaz! Haylaz zaman...

Hiç yorum yok: