26 Aralık 2012 Çarşamba

BEN KUBİLAY. O'NU GÖRDÜM, YEMİN EDERİM



Ben Kubilay, anlatacaklarımın size akıldışı geleceğini bilsem de anlatmak zorundayım. Şimdi, bir efsane dinlercesine hikayeme teslim olunuz. Sonra dilerseniz gerçek, dilerseniz efsane olarak, aklınızın bir odasına atarsınız, olur biter.

Efendim ben 21 yaşındayım. Herkes ruhumun benden çok yaşlı olduğunu söyleyip durur. Neymiş efendim?Süveter giyiyormuşum; 'ayakkabı' değil de 'kundura' diyormuşum kunduraya; pek ciddi konuşuyormuşum filan...
Sanmayın ki hep böyleydim. Ben aslında tam olarak yaşımın gerektirdiği gibi, elde avuçta durmaz bir serseriydim.
Sarhoş olduğum gecelerden birinde nasıl gittiğimi bilmediğim bir kapının önünde kendime geldim. Dev bir kapı, üzerinde de bir çekirge. Açıkcası çekirgenin bu kadar yeşil olduğunu hiç bilmezdim. Kapıyı gıcırdatarak içeri girdim. Devasa bir imza gibi görünen merdivenlerin ucunda, küçük ve değersiz bir pireydim.
'Burada ne işim var?' demeye vakit kalmadan fark ettim: Artık ateşli bir merakın kölesiydim. Tavandan sarkan kumaşların ucunda geveze ağızlar asılıydı. Fısır, fısır konuşup gülüşüyordı.Kim olsa korkar, hiç çekinmeden avazım çıktığı kadar bağırdım. Nedendir bilmem, 'Zeekiii Müreeenn!' diye bağırıvermiştim. Milyonlarca merdiveni koşarak inen uşak yanıma geldi. Kibar, yakışıklı, yaşlı bir ren geyiğiydi. 'Lutfen sessiz olun, efendimizi rahatsız edeceksiniz. Yalvarırım sessizce bekleyin, size içecek birşey ikram edeyim?' Lafı biter bitmez ikimizin arasına bir salıncak düştü tavandan. Uşak telaşla ' Gördünüz mü?  Uyandı işte. Hemen yanına gidip anlatın neyse meseleniz.' dedi ve beni salıncağa itti. Ömrümün en güzel yolculuğunu yaparak, salıncakla çıktım yukarı. Pelerinler içinde oturan Efendi' nin arkası dönüktü. Yerlerde gül yaprakları serpili, pencerelerde serçeler sessizce içeriyi izlemekteydi.


Efendi-Hoşgeldiniz, ben de kapıkoluyla konuşuyordum
Ben-Konuşan bir kapıkolu?
Efendi-Kapıkoluyla konuşmama değil de, kapıkolunun konuşmasına şaşırdınız ve gözüme girdiniz delikanlı. Buyrun, size nasıl yardımcı olabilirim? (Nazik elleri açılıp kapandıkça, harfler dökülüyordu parmaklarının arasından.)
Ben-Ben... Özür dilerim, rahatsız etmek istemedim. Zaten buraya nasıl  ve neden geldiğimi de bilmiyorum. Bağışlayın beni.
Efendi- Bağışlanacak bir şey yok, buyurun oturun...

Etrafta 40/50 tane taht vardı. Biraz bakınıp en arkadakine oturdum. Hemen gitmek istemiyordum. İncecik bir sigara yakıp, küçük bir nefes çekti Efendi.
Üflediği duman, havada birkaç saniye dağılıp at şeklini alıyor ve 'dıgıdık, dıgıdık' diye pencereden kaçıyordu. Tüm tedirginliğimi alan bu görüntü, insana nerede olduğunu unutturacak kadar güzeldi.
Efendi- Önemli değil, neden geldiğini bilenlerden hiç farkın yok şimdi.

Her an kanatlanıp uçacak gibi hafif ve yumuşaktı sesi. Hala yüzünü dönmemişti.
Ben- Efendim, affınıza sığınarak kim olduğunuzu sorsam, çok mu ileri gitmiş olurum?
Efendi havada dağılır gibi sihirli bir dönüşle bana döndü.
Efendi- İşte benim, Zeki Müren.

Sevinçle karışık , kahkahayı basıverdim. Kırgın ve çocuksu bir üzüntüyle 'lütfen beni yalnız bırakın' dedi. Salıncak yeniden önüme düşüverdi. Bu kez salıncağın beni bıraktığı yer evin içi değil, bizim sokağın başıydı. Herkes gördü salıncaktan inişimi. İsterseniz sorun.
Bütün bu saçmalıktan sonra işte bu hale geldim. Ruhumun takviminde 74 yıl, vücudumun takviminde 1 gün geçmiş, geç de olsa fark ettim. ( 'Geç' mi dedim? Böyle bir olayda neyin erken, neyin geç olduğunu nerden bilebilirim.)
Kim ne derse desin, ben Zeki Müren' i gördüm efendim. Gördüm de kalbini bile kırdım. Sizden ricam - bana inananlardan ve Zeki Müren' i görmüş olanlardan-  O'nu tekrar görmemin bir yolunu biliyorsanız bana da öğretmeniz.Zira gidip O'nun o güzel gönlünü edeyim...
Bilmem anlatabildim mi? Esen kalınız, değerli vaktinizi bana ayırdığınız için pek müteşekkirim.



Hiç yorum yok: