23 Mayıs 2012 Çarşamba

SEVGİLİ HUZURSUZ RUH...

Doğa konuşuyor...
Fısıltılarla, renklerle, kokularla tane, tane anlatıyor her şeyi...
Dinle...
Şarkısını söylüyor...
Bahar geldiğinde daha bir göze değer oluyor her şey; kalbimin içi bile... Sana da öyle olmuyor mu?
Baharın aydınlığı yalnızlığını daha görünür hale getirmiyor mu? Denizin rengi değişmiyor mu?
Bak tadına...
Kendini daha çok dinlemiyor musun sen de?
Bahar sendromu denilen şey, aydınlanan hava sayesinde yaşanan bir yüzleşmeden başka bir şey değil, sahiden...
Bahar yorgunluğu? O da öyle... Uykunun içinden çıkıp, anlamsızlığı gün yüzüne çıkmış bir günün kuyusuna düşmek istemiyor insan... Bence yani... Bi' düşün...
Gözleri yaşartan, derimizi yırtarcasına kaşımamıza neden olan şey polenler mi yoksa içimizde kalan 'gerçeğimizin' dışarı koşuşu mu?
Her yer daha bir aydınlık...
İzle...
Bedenin bir yerde ruhun bir yerde kalmıyor mu? Aradaki boşluktan endişelerin gürül, gürül akmıyor mu?
Senin dışındaki herkes, elinde kadehlerle 'ha,ha,ha,hahahaha' diye mutluluk selinde sanıp kendini düğme kadar hissetmiyor musun?
Yerini yadırgamıyor musun dostum?
'Benim burada, bu mekanda, bu noktada, bu kişilerle değil, başka bir yerde olmam gerekiyor.' diyen içsesini daha bi' duyar olmuyor musun?
Kokla...
Güneşe çıkınca gözeneklerimden içeri baksan çocukluğumu bile görebilirsin...
Güneşle şeffaflaştım...
Dokun...
İşte, senin de baharın sanattır sevgili huzursuz ruh...
Sahne ışığıyla çiçeklen, kelimelerle aydınlan, sessizlikle büyü...
Uyan huzursuz ruh...
Senin baharın sanat...

yazan: Erik ağacı yaprağı

Hiç yorum yok: