27 Nisan 2012 Cuma

UÇ, UÇ, UÇ.

Giyinirken dahi boşluklar bırakarak kendine ait bir alan peşine düşen tahammülsüz bir yığın insan...
Kıyafetinin içinde bıraktığı boşluklardan nefes alarak yollara düşüp, bir gün içinde bin tane feleğin çemberinden geçip, evine bırakıyor kendini...
Yatağında yıllarca boşluk...
Bardağının yarısı boş...
Ellerinin içi, dalları boşluklarla dolu...
Yer kaplayan yokluklar, göz yanılması yaratıp içi boş bir varlığa dönüşüyor...
Yer aç.
Boğazının eksiklikle dolmasını göze alarak boşluklarından sıyrıl da gel.
Toplu taşım araçlarında dip dibe yol alan bir sürü boşluk...
İnsana yer bırakmayan yoksunluklar, kağıtların üstüne dökülsün de gitsin başımızdan: Buruşturup atalım geri dönüşüm kutularına; tuvalet kağıdı olarak dönsün evlerimize; kıçımızı silelim.
Boş.
Bombol bir rahatlık:
Zaman aralıklarında, gözlerin arasında, ayak uçlarında, koşar adımlar sırasında, kelimelerin içinde, iki kişi arasında ucu başı görünmeyen mesafeler...
Her uzaklığın kendi içinde gizli bir bağı var: El yordamıyla, göz korkusuyla, özlem soluğuyla o minicik bağa tutunup uçuşmak gerek. Uzaklığın içinden geçip, mesafeyi yenip 'temas etmek' gerek...
Tut ucundan uçurtma kuyruğunun.

Hiç yorum yok: