30 Nisan 2012 Pazartesi

CEZALISIN KÜÇÜĞÜM


Sevgili insan hayvanı,

sen bu mektubu okurken, büyük ihtimalle ben gitmiş olacağım. Üzgünüm.
Nesillerdir beni saklamak, inkar etmek için yapmadığın şey kalmadı; çok kırgınım.
Gidiyorum.
Ben senin ilkel gerçekliğin, iç güdünüm.
Belki de atalarının atalarından dolaştım da geldim sana; yazık oldu.
Beni yok etmeye başladığından bu yana başına neler geldi farkında değil misin?
Baharlara hapşırarak, bin tane ilaç eşliğinde girer oldun;
çiçek koklayamaz, herhangi bir suya giremez oldun.
Ne zaman doğadan ürküttün bedenini bu kadar, ne ara ? Aşk olsun...
Beni parfümlerle, kimyasallarla değiştirmeye çalıştın, oldu mu?
O parfümü bir sefer sıkıyorsun, kendin bile 2 dakika içinde patlayıp imha olacak gibi reaksiyonlar veriyorsun, yine de vazgeçmiyorsun.
Sahte kokular yayıldıkça, dinler tarihindeki belalar gibi kırılıp geçiyor ortalık:
Kızararak, ellerin titreyerek, burnun kanayarak, karıncalanarak sağa sola koşuşturuyorsun.
Derini pul pul dökerek, tırnak çıkararak, gözeneklerinden kanayarak, sesini kısarak, gözlerin şişerek, kamburlaşarak acılar içinde kıvranıyorsun.

Başın dönüp, miden bulanıyor, ödemlerinle genişliyorsun; bildiğin gebe kalıyorsun sahte bir kokudan arkadaşım.
Yüzüne kezzap atılmış gibi için, için yanmalar;
gözlerin avuçlara akması... Tanrım, bilim kurgu filmi sanki!
O nedir ya? Dur.
Neredeyse koruyucu kremlerle, özel koruyucu kıyafetlerle çıkacaksın sokağa.
Kimyanı bozacak kadar mı çıktın çığrından?
Benden vazgeçtikçe, dökülen derilerinin içinden kemik değil, metal parçaları görünmeye başlayacak. Kendince güzel kokayım diye insanlıktan, hayvanlıktan çıktın.
Ne oldu? Komfor zaafların arttıkça unuttun değil mi soyunu, suyunu, huyunu? Ah, yazık ki ne yazık ...
Senin gözün dönmüş; burada kalıp yok oluşunu izlemeye yüreğim el vermiyor sevgili mahluk; inan bana.
Gözlerimin önünde eriyip gidiyorsun, başka bir 'şey'e dönüşüyorsun. Dayanamıyorum.
Binalarla, para ve hırsla, uydurma bir güzellik algısıyla, batıl inançsızlıklarla incelerek bitiyorsun.
Sesim yok ki karşıma alıp konuşayım seni... Ah, ah...
'Ten kokusunu unuttun, hatırla' diye, leş gibi 'ter kokusu' oldum, koku çığlıklarına boğdum ortalığı; yine
de olmadı; daha çok saldırdın bedenine, evrene...

Gidiyorum, boş ver...
Tamam ya, rahatsız olma sen, cidden...
O oda kokularını, parfümleri, deterjanları filan da iyice sık her yere olur mu? Toprağa, taşa basma; üşütürsün; mazalah incilerin dökülür. Çiçeklere, kedilere ceza ver seni hapşıtıyor diye, tamam mı? Küçüğüm benim. Sindiremeyeceğin şeyler yemeye devam, anlaştık mı? Öyle beslen ki, çişin-kakan deney ortamı gibi koksun, olur mu kuzum? Hıh.
Tamam yeter...Sustum; bahsi bile sevimsiz çünkü...
Gidiyorum, hoşça kal...
Bir kırgınlık nişanesi olarak da, göz dolduran, acı bir ter kokusu bırakıyorum sana ve soysuz soyuna... Hadi bakalım; cayır, cayır genetiği bozuk bir ter kokusuyla baş et şimdi; burnunun direği kırılsın. Kıyamam ben sana (kıydım gitti vallahi). Şimdiden sabır diliyorum...                                                          Hoşça kal.

                                                                                              Kokun...

Hiç yorum yok: