18 Aralık 2013 Çarşamba

ŞİMDİLİK



Uykulara kasırgalar, bisikletler, Balık Ayhan, Ciguli, leblebi tozu filan karışmaya başladıysa, filmlerdeki gibi bedeninden uzaklaşıp kendine bi oralardan bakma vakti gelmiş demektir. Gökyüzündeki yıldızlara hattâ sihirli değneklerin ucundan dökülen yıldızlara karışana kadar uzaklaşmak gerek hemen. Tabii bunu yapamadığım için taşındım. Evet, hedefe nazaran çok komik bir mesafe kat ettiğim kesin ama elden gelen bu işte. 
Ben Nida.Kendimi tek tek uyandırdım; bütün hâllerimi, herkesin bildiği benleri, henüz görmediğim yüzlerimi bile... uyandırdım. Günaydın. Çok eski bir binaya taşındım. Eşyanın hafızasına inanırım ve güvenirim hattâ! Meselâ büyükbüyükannenizden kalan bir saat takıyorsanız, yaşını başını almış-görmüş geçirmiş bu saate hürmette kusur eder misiniz? Ben etmem. Kötü anılara ev sahipliği yapmış bir kanepede uyumak istemem. Kırk senedir dünyanın sırrını saklamış perdeleri güneşle arama sokmam; ışıklar yorularak geçer o tüllerden bence... Eh, eşyayla ilişkim böyle olunca taşındığım evin anıları da çok önemli olur benim için tabii...

Üst komşum sessiz sakin ve düşünceli bi teyze. Kendisi küçükken  evimizde birkaç kez gördüğüm bir aile dostu aynı zamanda. Annemler, teyzemler ve komşular arasında sezgileri ve bilgeliği ile kendinden çok bahsettiren, çocukluğumun yazlarından birine yeşilli morlu elbisesiyle damgasını vuran bir dilber. Emel Teyze' nin gençliğinde çok güzel olduğunu şimdiki yüzünden bile görebilirsiniz: Dikkatli bakıp ıstırapları, neşe yorgunluklarını ve yüzünden geçen adamları ayıklarsanız küçücük pembe dudakları çıkıverir ortaya. 
Burnuyla dudağı arasında, gençliğine giden uzun yıllar kadar bir mesafe var... Evi hep ıhlamur kokar, penceresinin önünde çift çift kumrular uçar... 
Taşındığımdan beri ağzından çıkan tek cümle: 'İyi ki sesler var...' Sadece dinleyerek her şeyi anlar, herkesi... Annemi, Semiha Teyze'nin oğlu deli Ali'yi, cezveyi, camı, çerçeveyi ve beni... Anlar...  
Kurşun kalemle birkaç kelime yazınca, kurşun kalemle yazmayı ne çok özlediğini anlarsın ya... Saçların örgülü gibi, boynunda dantel yaka takılı gibi, cebindeki kibrit  kutusunda birkaç karınca varmış gibi, az önce ip atlamışsın gibi... Özlediğini hatırladığın çocukluğu kucağında bulursun ya birden; işte beni görünce öyle sevinç gibi ağlamaklı gibi bişey hissediyormuş Emel Teyze... Ne güzel!
Bu kadın dinlemek için, izlemek için, güllü bardakta bi çayını içmek için ve şimdi taşındığım evin geçmişini sormak için harika biri değil mi?! 
Sordum. 
'Böyle şeylerle yorma kendini, şimdiki zamanı temizle ve önüne bak jelibonum.' dedi.
Utandım tabii, biraz da bozuldum ama yine bilgece tavrıyla listelerimde zirve yaptı Emelciğim.
(Çıkarken bilerek fulârımı unuttum vestiyerde. Akşam gelip bi aşûresini de yerim. Şaka şaka, kesin gönderir Emel Teyzeciğim bana, dilsiz uşağıyla...)

Hiç yorum yok: