30 Ekim 2013 Çarşamba

PARLEMENT RÜYA KULÜP SUNAR



Bakalım bu gece vizyonda hangi rüyalar varmış; 

Salon 1 
'NİKİ BENİ SORDU MU?' 
Aile rüyası, genel izleyici... 
-Olur, olabilir... Piknik tadında bir rüya, güzel. Bunu aklımda tutuyorum. Ama önce, diğer salonlarda neler var, bi görmek istiyorum. Haydi bakalım, devam!

Salon 2 
'ANNE, SEN BARBAR MISIN?' sanatsal ve çocukluktan kalma ögelerle bezeli, Avrupa tarzı rüya...  Bu yılki birçok sanat aktivitesine ilhâm vermiş bir eser. 
-A! Bu rüyayı çocukken izlemiştim. 18 sene sonra neden yeniden vizyona sokmuşlar ki bunu? Bi anlamı olduğuna eminim. Bu bi işaret!  Anlarsınız ya(göz kırpar) , yoksa neden durup dururken bi çocukluk rüyası girsin ki vizyona?... ...  

Salon3:
'BALONCUKLAR PATLATKEN GEL CEYKIP.'
Bi köpek ve bir motorsikletin dostluğunu bozan çocuklar hakkında. Köpek ve motorsikletin kavga sahnesi ve motor sesinin köpeğin sesini havadan silme anlarındaki sihirli şiirsellik bu rüyaya çok Oscar getirir.
-Çok sevdiğim bir rüya, bugünlerde eşe dosta çok bahsettim. Denk gelirseniz siz de bu rüyaya bi şans verin... 

Salon 4: 
'SENİ UZAKTAN SEVMEK, AŞKLARIN EN GÜZELİ.'
Yeşilçam remake'i bi klasik. 
Sevdiğinin uçurumdan denize düştüğünü gören bir kızın hikâyesi. Acıklı ve ürpertici sahneleriyle etkileyici bir pskilojik dram . 
-İlginç, evet. Acaba izlesem mi? Azıcık ağlar rahatlarım hem. Ama yok, çok ağır, ben almıyim. 

Salon 5
'FIRFIRLI HAYAT'
Ada vapurunda geçen, en iyi ışık tasarım ve mükemmel zamanlama ödüllerini toplayan tutkulu ve romantik bi film. 
-Havada karada yine izlerim!

Salon 6
'Bİ YERDEN SU SESİ GELİYOR'
Daha önce farklı rüyalara da ev sahipliği yapmış bir mekânda çekiliyor. Ancak rüyanızda gördüğünüz ve çok bildik bir uçurum. Yeşil, yüksek ve deniz kokulu. Oradaki gizemli evin hikayesini bir denizatının ağzından dinliyoruz.
-Çok etkileyici! Bunu bi gündüz seansında izlemek süper olur!

Salon 7

'BENİ EVE GÖTÜRÜN'
Evden telâşla çıkıp servise ayakkabısıyla değil de ev terliğiyle binen bir kız öğrencinin başından geçen maceralar. Komedi. Servis bir türlü okula yetişemezken, kız külotlu çorabıno giymeyi de unuttuğunu hatırlayarak yeni bir paniğin kapılarını açar. Servis okula yetişebilecek mi?
-Bu ne ya! Ergen rüyası. Ben gülmem bu komiğe...

Salon 8
'SAKIZ'
Dram. Başından felâketler geçen bir genç; 8 kişi girdikleri mağaradan rek kişi olarak çıkıyor. 
-Öf! Reality show mu rüya mı belli değil, istemem. Ticari rüya mıdır nedir?

Salon 9
'MUAYYEN GÜZÜMDEYİM AŞKIM'
Çikolata şelâlerinden kovalarla çikolata taşıyan kadınlar, çilek ağaçlarında salıncak kurup şarkılar söylüyor...
-Rüyanın konusu bile şişmanlattı 
beni. Diyete ara verince izlemeli...

Salon 10

'YEŞİL FİL NEREDE?!!!'
İçinden fil ordularının geçtiği bir belgesel. Bu orduyla bir kız çocuğunun karşılaşmasını anlatıyor. Kız yıllar önce kaybettiği yeşil filini ararken kaybolduğu ormanda bir fil ordusuyla dost oluyor. 
-Çok ama çok acıklı. ... -da 'Bu nası belgesel ya! Kız çocuğunun vahşi doğada ne işi var?' Filan gibi saçma sorular sormaya başladığıma göre uyanıyorum. Olamaz!... Vizyondaki mükemmel rüyaların anlamlarını göremeyecek kadar uzaklaşıyorum ; bütün hikayelerden kopacak kadar ölüyorum. Bir bardak su içip gözlerimi rüya salonlarına çeviriyorum. Uyanık hâlime kanmadan hemen uyku geçitlerine koşmaya başlıyorum. Sonra uykuda yeniden hayata dönüyorum ve rüyalar alemine kavuşuyorum. Bana iyi seyirler... Ve tabii size de...

Not: Rüya önermek isterseniz bana nasıl ulaşacağınızı biliyorsunuz... 

İmza: Bir rüyasever

23 Ekim 2013 Çarşamba

HEY SEN! ŞİMDİ KULAKLARINI AÇ VE BENİ İYİ DiNLE DOSTUM, YOKSA PİŞMAN OLURSUN. BU ELİMDE GÖRDÜĞÜN TÜFEK 36 KALİBRELİK Bİ CASTELLO!





















Sevmeyi şarkılardan öğrenen bir kız çocuğu, eserin gerektirdiği gibi 'sevdiğinin ismini, mendile işledi, yaleleyli!' ... Gülmekten ve hatta çok büyük bi şefkâtle gülmekten başka bişeyle karşılanamaz bu saf sevgi... 
Bu sevginin saflığı gittiğinde, 
bi sabah deniz gökyüzüne dökülüverir;
Bi gözyaşı damlası, gezegenlerin arasına karışıverir; 
Hayatından vazgeçmiş yunuslar yıldızlara atlayarak toplu intiharları başlatıverir... 
Bulutlar ağaçların altında kalıp can verir... 
Ve - inanılmaz ama- bazı yerlerde  bi binanın tepesinden atılan bozuk para, düşerken eşsiz bir cinayet aletine dönüşür, saf sevginin son temsilcisilerden nadide bi gencadamı öldürüverir... 
Elmaya olan sevginde;
Kurşun kaleme ya da büyük halana duyduğun sevgide;
adını hatırlamadığın ilkokul arkadaşına ve bi kafenin masaörtüsündeki renklere duyduğun sevgide,
Bi fotografa ve buzdolabı kutusundan çıkan plastik baloncukları patlatmaya duyduğun sevgide
karpuza ve ayaklarını kuma bastığın âna duyduğun sevgide,
İsmini sevgilinden duymaya ve kahvenin yanında dondurma yemeye olan sevginde,
Çıtçıtlı gömlek iliklemeye ve ailene olan sevginde, 
patlayan şekere ve müziğe olan sevginde,
İşine ve bi kapıya olan sevginde böyle bi saflık varsa hâlâ sende iş var demektir. Devam edebilirsin bebişim. 

9 Ekim 2013 Çarşamba

CEVAP: GÖLGE



Merhaba, ben Anita' nın gölgesiyim. 12 yaşındayım ve mutuluyum. Ben bu güzel dünyada 2 mükemmel kız çocuğunun ruhuyum. İkisinin de gölgesi benim. Nasıl mı? Bu arada Anita'nın olduğu gibi Nina' nın da gölgesiyim, söylemiş miydim? Nina Havai' de , Anita Türkiye' de yaşıyor. Güneş Türkiye' den doğup Havaide batıyor ve Havai' den batıp Türkiye' den doğuyor. İşte benim yolculuğumun başrolü; güneş! Güneş nerede, ben oradayım. Aydınlığın, renklerin içinde küçük bir karanlığım. Diğer küçük karanlıklarla dost olmaya kararlıyım. Çünkü biliyorsunuz, gölgelerin vurduğu yerler hep tuhaftır; duvarlar, yerler, sevgilinizin yüzü, su, cam vs... oho.. oğğ! Çok renkli ve masalsı bir hayat bizimki ve bizim de sizler gibi güzel ilişkilerimiz var tabii ki... Biraz hayatımızdan bahsedelim, ne dersiniz? Yalnız 1 şartla, biz de bir dostluk göstergesi olarak, sizden mektup bekliyoruz ... Anlaştık mı? Tamam. 
Bakın bizim hayatımızın sokaklarında neler oluyor?...Büyüyüp küçülerek yürümek sanki bir süpergüç gibi. Bir elin gölgesini, elin asla dokunamayacağı bir yerde parmaklarıyla ritm tutarken görebilirsiniz.... Size bir de itirafımız var; ne zaman sizden biri fotograf çekse, bir gölgenin günü güzel geçer. Çünkü ancak birinin yüzüne düşen gölge ölümsüzleşir. Fotograftaki başka hiçbir gölgeye gözlerinizi dikip bakmazsanız . Sanatçı filân değilseniz tabii. Sanatçılar konusuna hiç girmiyorum; çünkü onlar bizi hiç ama hiç anlamadı. Sürekli bizden spritüel birer sanat çalışması gibi bahsetmelerine aramızda çok gülüyoruz. Bir de yapay gölgelere; yapay ışık vesilesiyle oluşan gölge müsvettelerine. Gerçi Oğuz' un gölgesi karanlıkta çıkan gölgelerle takılmak için para biriktirdi. Karanlık merakı tehlikeli şeyler yaptırabiliyor. Hem bilemeyiz, henüz karanlıkta yaşayan gölgelerle hiç tanışmadık ki... 
Başka? ... Başka... Hah! Meselâ bazan  bir oyuncak bebeğin gölgesi, bir adamın gölgesinde kayboluyor. Bebek ağlıyor; kaç yaşında olursa olsun... Kaybolan gölgeler nereye gidiyor, kimse bilmiyor. Ama belli ki buradan güzel bir yer, dönen hiç olmuyor. İşte bölye... 
Bazan hayatımızın üzerinden çöp arabaları geçiyor. Çoğunlukla bir gölge eksildiğinde ve bütün sesleriyle... bütün kötü kokan kirli sesleriyle... Olsun...  Çimenlerin de bulutların da gölgesi olmak güzel... Ben ormandaki ağaçların gölgelerine çok özenirim oldum olası; yeşil ve serin bir kalabalık, bir ağacın ayakucunda... Mis gibi...  Bazılarımızın da tüm ömrü, ıssız mı ıssız bir çölün ortasında takılı kalmış bir dala yârenlik ediyor; bütün kumlu ömürleri aynı geçtiği hâlde birbirlerini hiç tanımadan, siliniyorlar güneşin hafızasından, yeryüzünün ayrı uçlarında... Bazılarımız da -çok şanslı olanlar- şelâlelerin görünmez yerlerinde, mağara oyuklarında, ağaç  dallarında, bebek burunlarında yaşar. A! unutmadan, güzel kızların kirpiklerinin gölgeleri de şanslıdır! 
Ben Anita ve Nina' nın, dünyanın iki ayrı ucunda yaşan bu 2 minik kızın gölgesiyim ve inanın; bir gün bu kızlar karşılaşırsa bu durumu nasıl açıklayacağımı hiç bilmiyorum, bu biiiiiiir! Şuna da eminim ki kızlar tanışsa, birbirlerini çok severdi! Bu da ikki! Size birşey itiraf edeyim mi? Hayatım boyunca geceyi hiç görmedim. Şöyle gizlice bakabileceğim kadar bile yakın olmadım karanlığa. Çünkü ben karanlıkta kaybolup diğer hayatıma doğuyorum. Anita son günlerde çok yoruluyor, dolayısıyla ben de. ... ve Nina'ya gittiğimde hep yorgun, silik ve belirsiz oluyorum; korkuyorum kız endişelenecek diye. Düşünsenize, bir gün gölgeniz bir yerde uyuyup kalıyor! "Delirirsiniz herhâlde!" diyeceğim ama hemen fark edeceğinizden şüpheliyim.  Hiç inkâr etmeyin, aranızda gölgesinin kaybolduğunu 2 günde, 9 haftada, 7 ayda ve evet arttırıyorum: 11 yılda anlayacak çok kişi olduğunu siz de biliyorsunuz. Neyse... Konumuza dönersek... 
Buradan size selâm göndermek istedik. Arkadaşlarla toplandığımız bir akşam, Emrah' ın gölgesi "bence toplanıp aramızda bir mektup yazalım, yeryüzündeki insanlara gönderelim" dedi, biz de yazdık. Mektupumuzun teması şöyle, size cümlemiz yani: Haberiniz olsun gölgelerinize siz hayat veriyorsunuz. Siz gidersiniz o gider; yanınızda tintin eder çünkü! 




2 Ekim 2013 Çarşamba

ŞEYTANIN ARMAĞANI



Hediye Hanım, ölümünden 1 saat önce içindeki kötülükten kurtulabildi. 1 saatliğine de olsa gönül rahatlığınu tadabildi; açıkçası kimse daha fazlasını hak ettiğini düşünmedi... 
Hediye Hanım' ın becerikli annesi, belli ki doğurduğu iblisi, sandı Tanrının kendine bir hediyesi... Neyse... İsmiyle böyle uzak düşen tanıdığım ilk  insan... Hediye Teyze... 
Şimdi ölünün arkasından kötü konuşmak hoş olmaz, bu yüzden olayları olduğu gibi, yorumsuz anlatacağım...
Hediye 5 kardeşi arasında tek kız çocuk olarak büyüdü... 2-3 yaşına gelip konuşmaya-yürümeye başladığı an kendini belli etti. Her çocuk gibi minik ağzından çıkan ilk kelime 'anne-baba-dede vs...' gibi sevinç uyandıran bir kelime değildi. Ağzından duyulan çıkan ilk şey ağabeyinin dayak vesilesiydi: 'Ömer, bundan, püfff püfff!' ...Cümleye eşlik eden minik parmağıyla da sigara göstererek ailesiyle ilk diyaloğu bir ispiyon olan bir kız çocuğu... Elbette 3 yaşında olduğu için herkesi güldüren ispiyonlar oldu herbiri. Fakat büyüdükçe açığa çıkardığı gizler de büyüdü Hediye' nin... Komşu teyzenin yıllardır birktirdiği paranın yerini söyleyiverdi bir kez ulu orta meselâ. Kadıncağız o parayı tam 16 yıldır kimselere belli etmeden, çekip gidebilmek için biriktirdiği için Hediye' yi asla affetmedi... Artık kimse affetmiyordu Hediye' yi. Ara sıra yalan ispiyonlarla da korkunç sonuçlara vesile olmaya başladı hasba. 'Dayımı bir adamla elele gördüm!' dediği gün, 9 kişi öldürürcesine dövdü dayısını, Hediye üzülmedi. Varmış böyle insanlar, demek ki... Doğuştan zarar vermeye yetenekli... Dayısıni kimseyle el ele görmemişti; ama velev ki görseydi! Yani...
Hediye 16 sına geldi... Mahalleye misafir gelen bir genç adam kötü kızımızı beğendi. Öyle beğendi ki söylenen herşeyi bir kenara itip Hediye' yi alıverdi. Nami Efendi... Yakışıklı, görgülü, naif bir beyefendi... Ah! Neden ömür dostu olarak Hediye'yi seçtin cânım efendi! Neyse... Hediye aslında ne kötü, ne kötü niyetli; doğuştan gelen üzüntüsü sayesinde iflâh olmaz bir ispitçi. Sırları açık edip akışı bozma konusunda pek becerikli... Hediye... Tabii ki Nami Efendi' yi de rezil etti... Evlenince taşındıkları yer sessiz ve ağaçlı bir muhitti... Hediye gündüzleri evde, geceleri pencerede kendini yiyip bitirdi. Neden mi? Etrafta sır, söz, yıkım eksikti. 
İncecik çevik vücudu, dümdüz uzun saçları ve iri memeleriyle güzel ve gencecikti. Bütün öfkesinin çirkince patlak verdiği yer burnundaki sert kemerdi... Çocukluğundan bu yana kimsenin kendisini sevmesine müsade etmeyen Hediye , ıssızlıkla kendini iyice dinledi; karar verdi: Nâmi Efendi' nin sevgisine boyun eğecekti. Evet, kötülükten beslenenler için sevgi 'boyun eğilen' bir şeydi... Gel zaman git zaman karılı-kocalı mutlu bir aile resmi çizildi. Sevgi, kötülüğü ehlileştirebilir miydi? Belki... Derken bir sabah eve müjde geldi; Hediye tamı tamına 4,5 aylık gebeydi. Bebek! Bebek kötülüğü ruhtan silebilir mi?! Zamanla herkes görecekti. Nâmi Efendi, Hediye' ye olan inancını hiç kaybetmedi. Fakat Hediye halâ üzgün birini daha da üzme, 
cesaret edemediği şeyleri yapanların hayatında keder arama,
toplum içinde insan kırma,
birinin en hassas sıkıntısına parmak basma,
ağlayan birinin içindeki umut kırıntısını katletme gibi eylimlerdeydi... Nihayetinde bebek dünyaya geldi; dünyalar güzeli kızın adı Nafile' ydi. Eh, Hediye gibi biri bebeğini tamı tamına sevecek değildi; sevemediği gibi,  kızı isminin boşluklarla dolu manâsına hapsetmeyi seçti. Nafile... Çiçek gibi ve temiz kalpliydi. Nafile' yle birlikte vücudundan sökülüp çıktı iyilik filizleri. Hediye yeryüzünde kendisini seven tek insanı, Nâmi Efendi' yi ihbar etti. Ya, evet... Söylemiş miydim, Nâmi Efendi kendi çabalarıyla mülteci öğrencilere küçük bir öğrenci evi temin etti. Bu evde çocuklar güvenle ve iyi bir eğitim eşliğinde yaşayıp gitmekteydi. Fakat devlet meselelerindeki karışıklık  yüzünden bu olay illegâldi. Hediye' nin çirkin eli o eve de değdi... Nâmi Efendi hapse girdi, Nafile kızımız 15 yaşında evi terk eyledi. Hediye artık geleni geçeni iki lâf etmek için yoldan çeviren yalnız biriydi. Kendini iyi hisseden birinin kalbinden tüm ümitleri sökmeden edemezdi. Büyüklü küçüklü felâketlerin baş nedimesiydi. Nâmi Efendi' nin gidişiyle eve doluşan konuyu komşuyu da canından bezdirmemiş miydi? Yeni boşanmış bir taze, zaten kaygı içinde, kulağına korkunç şeyler fısıldadı Hediye; kız daha evine gidemeden kaldırıldı hastaneye... 
Can güvenliği için adres değiştiren halasının yerini belli edip, eski eşi tarafından sakat bırakılmasına da neden oldu Hediye...
Bir cenazede, onca acının kederin içinde 'hırsız' diye iftira attı bir yeni geline... 
Vesaire... vesaire... 
Geldi 78ine Hediye; aslında çok da yaşlı olmadığı hâlde, sanırsın kadın 98inde; içi pek kirli de...
Öyle bildiğimiz hikayelerdeki gibi acılar içinde filan değil de, bolluğun rahatın içinde yaklaştı ölüme. Bir iyilik geldi ansızın üstüne, ölümünden sadece 1 saat önce kalbi sevgilendi delice... Kimse göremedi son anda kadına gelen insaniyeti... Öylece kötü doğup, kötülüklerle hayatları bozup, sadece 1 kez sevilerek evinde öldü ... Hediye...