25 Eylül 2013 Çarşamba

MELİNDA' NIN EVLERİ



Melinda ne zaman mavi bi kapıdan geçse, hayatının yeni bir evine girer... Her yeni insanla, her yeni işle, eşyayla, şehirle, şarkıyla, meyveyle ve sevgiyle yeni bir evin kapısı açılıyor ya hayatımızda, öyle...
Bu 'mavi kapı' efsanesi Melinda' yı hepimizden şanslı kılıyor işte...
Meselâ bir seferinde adres sormak için girdiği mavi bir kapıdan, elinde onlarca kitapla çıkmıştı... 
Saatler süren bir yolculuğun sonunda  girdiği mavi bir kapıdan, çocuğunun babasını göreceği eve girmişti. 
Bir seferinde de yepyeni bir dil öğrenmesine vesile olacak bir arkadaşıyla tanışacağı bir bahçeye girmişti... mavi bi kapıdan...
Hatta birgün, o kutsal gün, mavi bir kapıdan fotograf makinasıyla girdiğinde çocuksu bir masalın içine ilk adımını atmıştı... 
Mavi kapılı bir köy otobüsüyle,  suyu gülümseyen derelerin yanından geçmişti...
Bir seferinde, ölümsüz bir hikâyenin ilk kelimesi olacağını bilmeden, mavi bir kapıdan içeri 'günaydın' diye seslenmişti... 
Mavi kapılı bir kilisenin içinde gördüğü bir çocuk, Melinda' yı sardunyalı hikayelere sürüklemişti...
Mavi kapılardan geçerek; sevilip üzülerek; bırakılıp eksilerek; serin uykuların içinden yürüyerek; çiçeklenip böceklenerek; elleri titreyerek yeni bir kapının önünde buldu kendini Melinda... Kapının kolunda el değmemiş anılar, sesler ve sorular asılıydı. Bin kapıdan geçip bin ev gezmiş Melinda, şimdi 83 yaşında... Bundan sonra uzandığı her kapı kolundan ölüm şarkılarını duyacak yaşta... Şimdiye kadar cesurca içeri daldığı kapılar gibi; arkasına bakmadan çarpıp çıktığı kapılar gibi, içinde ölüm de olsa bu kapıdan da girdi... İlk kez tedirgindi... Ama onun da bizim de bildiğimiz gibi; Melinda zaten ölüme de mavi bir kapıdan gidecekti; gitti... Kapıyı yavaşça itip içeri girdi. İçeride sessizlik ve derinlik hakimdi. Bu ev şimdiye kadarkilerden çok ama çok gizemliydi. Ölüm yaşamdan daha mı renkliydi? Kimse bilemezdi... Melinda iyiden iyiye ürperdi. Birden uzak odalardan birinden küçücük bir ses geldi: 'Melinda? Sen misin ? Başlıyoruz gir artık içeri...' Melinda sesi takip etti. Yaşasın! Korktuğu başında gelmemişti! Ne ölümü? Bu yeni ev hayatın ta kendisiydi... Bu ev yaşlılığın bilge kalesiydi... Ölüme daha birkaç kapı daha vardı belli ki...


Söylediğim gibi... Melinda ne zaman mavi bir kapıdan geçse, hayatının yeni bir evine girdi...
Hayatımızın bi yerinde mavi bi kapı hep olsun...





17 Eylül 2013 Salı

BEN MİNE


Fotograf: Hülya Aydın




















Yanlışlıkla size ait olmayan bir diş fırçasını kullanma olasılığınız %50... Bir restaurantın tuvaletinde klozet kapağını kapalı görünce, hayâl gücünüzün de azizliğiyle, kusma olasılığınız %30... Uzaktan selâmlaşmayı tercih ettiğiniz için kaprise mãruz kalma olasılığınız %90... Yanlış gole sevinme olasılığınız %23... Söylediğiniz yalanı unutmanız %54 olabilir...
Peki bir sahafın sepetinde duran yüzlerce eski fotograftan birinin, çocukluğunuza ait bir fotograf olması olasılığı kaç sizce?... Ben bir tahmin yürütemiyorum fakat %0,00005 se bile olasılık olasıktır ve başınıza gelmesi imkânsız olan birşey yoktur. Emin olun... İlk kez gittiğim bir şehirde sahafları dolaşırken bir sepet dolusu fotograf gördüm... İkinci el fotograf da satılır demek ki: ikinci el anılar... 'Başkalarının anılarını saklamayı kim ister ki?' diye düşünürken, satın almak için birsürü fotograf seçtiğimi fark ettim... Demek ki böyle bir delilik var hepimizde. Belki fotograflara bakıp tahminler yürütmek için, belki sadece acımak için, belki özenmek, belki korumak için ya da belki öylesine istiyoruz yabancı hayatların vazgeçilmiş anlarını... Böyle meraklı bir açlıkla sepeti kurcalarken fotograflardan biri dikkatimi çekti, hayır, fotograftaki çocuk elimi tuttu demek daha doğru olur... Çok tanıdık gelen bu çocuk ünlü biri miydi ? Hayır. Peki tanıdığım biri mi?Evet. O çocuk bendim. Bakakaldım! Dükkân sahibine fotografı nereden bulduğunu sordum ve tabii ki yanıt alamadım. Fotografın arkasındaki yazıyı okuyunca bütün sorular ve bütün yanıtlar anlamını kaybetti zaten... 4-5 yaşlarında olduğum fotografın arkasında 
' Kızımız Mine... Gözleri tıpkı seninkiler gibi sevgilim... Kızımız bana bakarken gözlerini üzerimde hissediyorum Aziz... 1971'... .... O fotografta bir ağacın arkasından fotografı çeken anneme bakıyorum , şimdi ise bir sepetin içinde duran küçüklüğüme... Anneme bu sepetin içinden bakıyorum, hiçbirşey göremiyorum. Çünkü benim babamın adı Metin... Fotografı alıp dükkândan çıkıyorum. Dükkandan, çocukluğumdan, inançlarımdan, yüzdüğüm sulardan, fotograftan çıkıyorum ... Çıkıyorum ve 'Aklım beni öldürmeden ben mi aklımı öldürsem?' diye düşünerek yokuş çıkıyorum ve karar veriyorum; anneme önce cinsiyet değiştirmek istediğimi sonra da sırrını bildiğimi söyleyip çekip gideceğim! İzimi kaybettireceğim ve tabii ki cinsiyet filan da değiştirmeyeceğim. İntikam! Bu kararla eşyamı toplayıp hızla anneme giden yola düşmüşüm.  
 Gittim, 

kapıyı açtı,
fotografı uzattım,
aldı,
ağladı,
bana baktı,
sustum,
sustuk,
 yan komşunun bahçesinden sarı bir kedi geçti,

annem "O'nu sevdim kızım" dedi,
ben de "anne cinsiyet değiştirmeyeceğim" dedim,
anlamadı...
İntikam alamadım ama bir yanıt aldım. Bu yanıtla oradan uzaklaştım ... Oradan ve annemden uzaklaştım... 

11 Eylül 2013 Çarşamba

EVET. 2+2 = 5






Fırfırlı bi hayatın ortasında uyuyakaldığınızda, rüyanızda bir okulun bahçesinde patlayan bombayı görüyorsanız, çok tehlikeli bir çağda yaşıyorsunuz demektir... Siz bir kez göz kırparken, neredeyse sesini duyacağınız bir gemi denizde patlıyor demektir. Siz heyecanla tarih yazan bir maçın ilk golünü seyrederken, binlerce ağaç çatır çatır yanıyor demektir. Siz musluk açarken, bir ülkeden savaş helikopterleri aynı anda havalanıyor demektir; aileleriyle vedalaşan pilotların uçurduğu helikopterler.

Fırfırlı bi hayatın ortasında uyuyakaldığınızda, rüyanızda bir okulun bahçesinde patlayan bombayı görüyorsanız, içiniz hep yanacak demektir. Meselâ; bir yudum çay içerken incecik bir yanık geçecek içinizden demektir. Çünkü bir yerlerde çocukların cesetleri çukurlara itilmektedir... Birgün yere düşen küpe tekinize eğilirden demir tadında bir 'ah' geçecek içinizden demektir. Çünkü kilometrelerce uzakta tecavüze uğramış bir kadının son nefesini veriyorsunuzdur... Güzel bi havada hoş bir sokaktan geçerken ani bir baş dönmesi sizi yoklayabilir demektir. Çünkü bi yerde bir ağaç kökünden sökülüyordur...
Siz 18. yüzyılda yazılmış bi eserin sayfasını çevirirken, dizleriniz hızla boşalabilir demektir. Çünkü çatışmada sıkışmış bi genç adamın korkusu dizlerinizden patlıyordur... Siz dönmüş kılınızı dakikalar sonra çıkarmanın garip sevincini yaşarken, ansızın gözleriniz kararacak demektir. Çünkü yıkılmakta olan bir binanın her katında toplu intiharlar başlamıştır... 
Siz 36 ay taksitle aldığınız bir eşya, taksitleri bitmeden bozulduğunda öfkeyle mağazayı terk ettiğinizde, aniden ürpereceksiniz demektir... Yüksekten korkacaksınız, sokaklarda durduk yere düşeceksiniz, kimseye güvenmeyeceksiniz, hırslanıp şişmanlayacaksınız, paralara tutunacak, kronik hastalıklara yakalanacaksınız, kelleşeceksiniz ve ancak sezaryenle doğacaksınız demektir... Çünkü bir tek kelime ile yağmalanıyordur yüzlerce aile... O tek kelime saplanıyordur ihtiyar bir ırkın kalbine...
Siz bir kasada paraüstü hesaplarken birden diliniz tutulabilir demektir. Çünkü toplum baskısı yüzünden yaşamaktan vazgeçen bir genç kızın annesi, bu acı haberi yeni almıştır...
Siz kalabalık bir aile toplantısında sofraya neşeyle otururken, yersiz bir öfkeyle sevdiklerinizi kırabilirsiniz demektir... Çünkü bir şehrin üstüne ölmüş kuşlar yağıyordur...
Siz durmuş bir saatin pilini takmaya üşenirken sert bir işitme kaybı geçirebilirsiniz demektir. Çünkü bir kasabanın derelerinde, kasabanın bütün hayatı akıyordur; ev parçaları, dallar, boş ayakkabılar, saçlar ve perdeler...
Böyle bi çağda yatağınızda uyuyorsanız, uykunuzdan patlamayla uyanıp sıcacık hayatınızda vicdan azabından olma bir karartıya döneceksiniz demektir.
Fırfırlı bi hayatın ortasında uyuyakaldığınızda, rüyanızda bir okulun bahçesinde patlayan bombayı görüyorsanız, savaşın içinde kalmış küçük yeşilliklerde yavaş yavaş deliriyorsunuz demektir...
Sesler hayatınızın üstüne düşecek ve siz böyle yaşamayı öğreneceksiniz demektir; inkâr ve isyan' ın çocuğu idrakla...



(İşin tuhaf yanı bu olup biteni sade ve sadece olduğu gibi yazdığınızda bile ağır bir acitasyon yapıyor gibi görünecekseniz... Keşke... Keşke bu yazı abartılı, arabesk, duygu sömürüsü yapan bir yazı olsaydı, gerçek olacağına... )


Özlem Ünaldı



4 Eylül 2013 Çarşamba

(SADECE HATIRLATMAK İSTEDİM...)


Ağzımda 2 si altın olmak üzere 10 küsür diş var; dolayısıyla sözüme güvenebilirsiniz...
Beni iyi dinlerseniz büyük bir yükten kurtulacaksınız; en büyük engelinizden, kendi yarattığınız hapisaneden... İddialı konuştum değil mi? Eh, 67 yaşında bir kadınım, 3 kez evlendim, 2 kez boşandım (diğeri hakkında konuşmak istemiyorum) ,sayısız bardak yıkadım ve muhtemelen sizin yaşınız kadar ülke gezdim. Yani... rahatlıkla büyük konuşabilirim bebeğim...
Ancak kâbusunuzda görebileceğiniz bir çöl ile ancak hayâl edebileceğiniz bir okyanusun birbirine ne kadar benzediğini biliyor musunuz? Düşünün... Kumun suya, durgun ve hatta bazan akarsuya nasıl benzediğini ... Kumun da su gibi  köpüklü bir şarkısı olduğunu duyuyor musunuz? ... Değil mi... ... Yaşlılarla bebeklerin sayısız benzerliğinin farkında mısınız? Hem ağlarken, hem gülerken gözyaşının tadının aynı olduğunu? Mevlevi felsefesinde en yaşlı semazen ile en genç semazenin el ele tutuşarak bir çemberi tamamladığını biliyor musunuz? Bir döngünün mükemmel bütünlüğü için en benzemediğimizin elini tutmamız gerektiğini görüyor musunuz?

Rica etsem bugün en uzak durduğunuz kişi/fikir/şey ile uzlaşır mısınız? Rica... Naçizane...