Yazılarda geçen olay, durum ve kişiler tamamen hayal(hakikat) ürünüdür. Cangama gözümde, aklımda, gönlümde canlanan 'şey'leri yazdığım bir köşe-i geyiktir...
30 Temmuz 2013 Salı
BAŞKASININ FERRARİ'SİNİ SATAN BİLGE
Kendini peygamber sanan bir adamın aslında salyalı sümüklü bir mürit olduğunu kendine itiraf etmesi kaç yıl alır? ... Bu yıllar adamın ömrünün kaç zamanına, O'nun peygamber olduğuna inanların kaç zamanına mâl olur?
Hiç gözlerinizin önünde sayfa sayfa koparak silindi mi bir bilge?
Kendini inkar ederken, kendinden bildiklerini de acı firen sesleriyle ezerek geçtiğini gördünüz mü bir müptezelin?
...
Hiç, bir şiirin bıçaklandığını; şairinin toprakları avuçlayarak şiirine acıdığını gördüğünüz mü? (Yıllarca ve defalarca)
Ben gördüm.
Ağaçlar gördü.
Vapurlar ve köpükler gördü.
Tiren garı gördü.
Şarkılar, danslar ve bebekler gördü.
Resim yapan çocuklar gördü.
Çocukluk arkadaşları, kardeşler gördü.
Sofralar ve anneler gördü.
Kanepe, kadehler ve arkadaşlar gördü.
Fotograflar ve bakkal çırakları gördü... Bi' an için duraksayıp bakmadılar bile, bakamadılar katilin zavallı hâline...
Doymadı şiiri katletmeye biçare... İlk kez görenleri de yakalayıp boğdu. Doyamadı aynı cümleyle karşısına çıkan her yeniliği öldürmeye...
Kendi hâlini görmedi:
2 kapı arasında sıkışıp kalmış gibi;
anahtarı içeri atanlara havlayan kuduz bir köpek gibi;
zincirinden kopmaya korkan zararsız bir tutsak gibi;
yaşamaktan vazgeçmiş gibi;
samimiyetin terk ettiği gözler gibi;
görmedi; göremedi; görmemeyi seçti çünkü mağdurluktan gelen ekmeğin peşindeydi. Kurtarıcılarına da sırtındaki yalancı kamburları gösterdi; belli ki dikilip yürüyenlerden değil, sürünüp sevinenlerdendi.
Boynundaki sadece kendi canının ve kendisini canı bilenlerin değil, bir şiirin de vebaliydi. Şiirin canının kıymetini bilmeyene ne denir ki? Utancı bilmeyene kim, hangi masumiyeti teslim edebilir ?
Kendini vurmaya gider gibi kararlı adımlarla ilerledi, şairâne sandığı iniltilerini ayaklar altına serdi.
Hayâl ettiği insanların dengi değildi, bu yüzden ceplerindekini dökmek için kapı kapı gezindi.
Son kullanma tarihi çoktan geçmiş iyilikleri yerlere serdi, ilgi ve hayranlık dilendi. Son kuruşları biteli haftalar, aylar, sular, seller, resimler ve sihirler geçmişti...
Artık herkes için görünmezdi.
24 Temmuz 2013 Çarşamba
A! BEN BU ÂNI YAŞAMIŞTIM!
Bi kitabı okurken, sayfanın içindeki hikâyeye değil de kelimelerin altında
duran sayfa numarasına takılıyorsa gözün; hikâye senin için bi yerlerde bitmeye
başlamış demektir...
Birini dinlerken aklından balıklar geçiyorsa gitmeye başlamışsın ;
akıl bir balığa binip yola çıkmış demektir çoktan...
Ama ne sayfa numarasına bakarken, ne bi balığın sırtında sulara
karışırken birşeylerin sonuna yaklaştığını itiraf edemezsin kendine. Gitmek
kimsenin sandığı kadar kolay değildir... Ve kimsenin hayâl edemediği kadar
kolay...
Aynı uykudan ard arda defalarca uyanmak gibi...
Yer değiştirirken atladığın her eşik seni şeffaflaştırır, yumuşatır kirpiklerini.
Başına bir 'samimiyet' tacı kondurur kırgınlıkların. Yeni bi
ülkenin kraliçesi olursun;
sokak lâmbası yanmayan,
yokuşlarında upuzun saçlarında boncuklar takılı atlar dolaşan,
çiçek kokan,
ağaçlarında mor denizatları parlayan,
ağaçlarında mor denizatları parlayan,
sürekli birbirine 'merhaba' diyen insanlarla dolu bir
Geçitistan...
Birden 8 cüce kraliçe elbiselerini giydirir sana (8. cüce araya
kaynamış ama kimse çaktırmıyor O'na. Ayrıca tam cüce de sayılmaz ama belli ki
kafası baya bi karışık zaten, ses etmiyor kimse o yüzden...) ;
üvey kızkardeşler gelip camdan ayakkabılar giydirir sana;
çikolatadan bir evi tepside getirir bi kız bi oğlan çocuk
masana;
kırmızı bi başlık geçirir kurt kafana;
çilekli yıldızlar yağar saçlarına;
çilekli yıldızlar yağar saçlarına;
kaplumbağa tavşanı geçip soluk soluğa yetişir yanına;
çirkin cadılar gelinliklerle üşüşür baklonlara, bir kahkaha çınlar ki sorma;
büyükanne örgü örer nehrin ortasında, o hala yaşlı sonuçta;
büyükanne örgü örer nehrin ortasında, o hala yaşlı sonuçta;
Büyük bi fırtınada başı boş kalmış masalların kahramanları, baksana...
Karıncalar ağustos böceklerinin çalgılarıyla dökülür sokaklara...(Onca yılın hıncı var nasıl olsa)...
Çığrından çıkmış çıplak bi Kralın kurbağayı öpmesine ramak kala, herkes aniden susup bakar şatonun tepesindeki bu çılgın adama; hep birlikte basarlar yaygarayı :'Abartmaaa!' ... Kral güler, 'şaka yaptım şaka!' ...
Eh ekmek kırıntıları da saçılır yollara...
ve...
balkabağından bir atarabası bütün masalların darmadağın olduğu bu ülkenin
içinde 'tıkırık tıkırık' diye gezdirmeye başlar seni, o sabahtan bu sabaha...
Dört tarafı delilerle çevrili,
neşeli ve turuncu sisli,
kıyıları gelgitli,
bitki örtüsü sâki,
sütliman iklimli,
uğurböcekli ,
bulutları desenli,
dîni incelikli,
incili, küpeli bi ülke...
17 Temmuz 2013 Çarşamba
YA...
Zamanın becerikli elleri vardır... Kendi müziğiyle yumuşacık hareket ederek havaya dokunur; dokunduğu yerlere renkler damlar. Keskin ve tokat gibi çarpışmalarla kanını dondurur bazan:
Bi çocuk çimlere yüzünü sürer,
bi genç kızın sırtı soğur,
bi keçi uykusunda kıpırdar,
bi annenin gözü dalar,
bi adamın yüzünü yara izine dönüşür,
yaşını başını almış bi kadın yollara düşer,
bi katil sokağa salınır,
içindeki yanığın kokusu yaşlıların burnuna değer,
rüyana yabancı bi kuş konar,
bi gemiye salladığın el havada asılı kalır,
uyuşur gibi karıncalanırsın...
Becerikli elleriyle türlü türlü yemekler yapar zaman... Eteklerini çamura bulayarak yürür, içinden geçersin bütün gecelerin... Güneşin içinden yağan toz pembe bi yağmurla tedirginliğinden yıkanırsın. Kıyafetlerinle denizden çıkmış gibi ıslak ve kimsesiz kalırsın; tazelenmiş ve şeffaf...
Ucu görünmeyen sevgi kokulu bir sofrada gözün doyar.
Herşey basitmiş,
herşey çokmuş,
gelecek pamukmuş,
kapılar yamukmuş,
anlar çabukmuş,
anılar çocuksuymuş gibi hissedersin. Zaman,herkesi barıştıran sihirli büyülerini katar yemeklerine... Uykuna bi cümle düşer sadece; kulağına çalınmış, yılını unutmuş, aklını aralamış bi cümle; kimden düştüyse... 'Belki de bugün bişey öğrenmişizdir...'
11 Temmuz 2013 Perşembe
SOĞUK DÜŞ
Birbirini tanımayan, tanınmaz hâle gelmiş birkaç kişi bir masanın etrafında toplanmış kendi yolculuğunda o gece... Önce kendisiyle tanışıp, yeni birileriyle gözgöze gelecek herbiri, sabah.
Kelimelerden olma bi kalabalıktan koparmış herbirini 'büyücü' ... Viyolonseliyle büyü yapıp, kayıp akıllara yol buldurmuş. Ortaçağda çalsaymış o şarkıyı 'cadı' diye yakarlarmış O' nu muhakkak... Sözsüz bir hikâye anlatıp, ne demek istiyorsa elleriyle söylemiş: Herkesin çocukluğuna,
aşkına,
özlemine,
uğurböceklerine,
inkârlarına dokunmuş;
sevincine... Şarkısının içinden martılar geçmiş, birlikte izlemişler...
Etekler uçuşmuş şarkısında, hafiflemişler...
Salıncakta beyaz bulutunu sallamış biri; öteki yıldızların yüzüne bakakalmış...
Karman çorman saçlarıyla içeri girmiş başka bir kadın.
Ben bi soğuk düş alayım deyip gözlerini kapamış. 'Sadece ve sadece gerçeği göreceğime yemin ediyorum' diye söz vererek. Buz gibi düşünde bir rakam ölmüş: 19... Bu rakamın adı Ali, izi acı imiş... Rakamlar, sesler, sevinçler ve sokaklar birbirine karışmış. Saçlarıyla uyanmış kadın.
Büyücü uykusunda,
beyaz bulutlu kız salıncakta,
karıncalar yuvasında,
hırsız bir kedi çatıdaymış.
Düşün serinliğinden üşümüş kadın, saçlarıyla. Yeni bir uyanış, bir rakamın eksildiği hayata...
3 Temmuz 2013 Çarşamba
ATİYE NASIL BÜYÜDÜ?
Bakkaldaki raflara saldıran 13-14 yaşında bir kız. Üstlere tırmanıp uzanarak şekerlere, cipslere, dondurmalara saldırıyor. Yabaní ve içgüdüsel... Veresiye defterine yazdırarak bir sürü abur cubur alıyor. Canı herşeyden çekiyor çünkü 14 yaşında ve 8,5 aylık hamile. Atiye.
Hamile haliyle sokakta top oynuyor, erkek kardeşiyle şakalaşıyor, annesiyle kavga ediyor... Velhâsıl hiçbirşey olmamış gibi çocuksuluğuna devam ediyor. Aslında hiçbirşey olmamış: Atiye mahallede bir oğlanla oynarken kavga etmiş, sonra o oğlan Atiye' nin bisikletine taş atmış derken, aşık gibi birşey olup evlenmiş. Şimdi de hamile işte...
Atiye sokakta oynamaya devam ederek 3 tane çocuk doğurdu. Hiç büyümedi. Kocası geçici işlere girerek aile geçindirdi. Akşamları mahallede çekirdek çitleyerek büyüttüler çocuklarını... Atiye hiç büyümedi. Kalabalık bir ailede öylece geçen bir hayatın sade bir özetiydi.
Atiye hırçın, çocuksu ve görmüş geçirmiş teyzelere taş çıkaracak kadar kuvvetliydi.
Bir gün (30 yaşındayken) gözlerinin önünde bi köpek donarak can verdi.
Bi köpeğin; köpek gibi sadık,güven verici, sevecen ve koruyucu bi köpeğin, canını kopararak yok oluşunu izledi ve hemen o anda büyüdü.
Nasıl mı? Dinle...
Bir gece bahçeden cılız bi köpek ağlaması duydu. Atiye otuzundaydı ve kalbi duygu bulutuydu. O, köpek sesinin peşine düşerken bir ağaç öldü. Ayağının altındaki dal çıtırdadı. Adalet ve gerçek çürüdü. Karıncalar yeşerdi. Köpek ağlamaya devam etti; yavaş ve acı içinde kıvranarak dondu ve öldü. Atiye gözlerine inanamadı. Hava sıcak, kuşlar kalabalıktı. Demek ki hayatın bir yerlerinde, köpeğin canının dayanmayacağı bir acı yaşanmıştı. Sorgulamaya pek de gerek kalmadı. Olan olmuş, yanan yanmış, bir kadın büyümüştü. Çünkü bütün dünyanın hayatı ve ölümü, gözlerinin önünde yaşanıp-bitmiş; herkesin ömrü o bahçede tükenmişti.
Kimisini bi adam, kimisini bi çocuk, kimisini bi arı büyütürdü; Atiye' yi de bir köpek büyüttü işte; kurtlar tarafından büyütülen bir film kahramanı gibi olmasa da, kahramanca. O gece zar zor uyudu. Rüyasında şişeden çıkan bir cin, karşsına geçip. 'Bana dilediğin soruyu sor. Sana cevap vereceğim. Sor.' dedi. Atiye de biraz susup, mor bi koltuğun kenarına oturup cevap verdi:
'Hayatımdan yine kuşlar geçecek mi? Pencereye lacivert çizgili bi top çarpacak mı? Denizde derme çatma vapurlar görecek miyim? Kapruzu kaşıkla yiyecek miyim?Bebek mavisi bi gökyüzünde, yeşil yapraklı sulara basarak dans edecek miyim yine? Soğuk su içebilecek miyim?'
Cin: 'Tamam yeter anladık!Atlar çizgifilmlerde bile ölmeyek bir gün. İyi olacak yeniden herşey. Göreceksin. ' dedi. 'Evet, buna eminim.Ama nasıl olacağını ancak izleyerek görebiliz. '
Atiye uyandı. Cine inandı. Şimdi hem büyük, hem kadın, hem de kırılgandı. Kafasından kendi sesi bir tirenle geçti: 'Üzüntü patlaması yaşıyorum! Kadınlığın, bu kadın bedeninin içindeki varlığın, bütün hafızası gözlerimin önünden geçiyor. Bütün anılarımı ; hatırlamadıklarımı ve hiç yaşamadıklarımı bile görüyorum.'
Cin uykuların içindeki şişesinden bağırdı: 'Anladık, tamam! Bi izle, bi gör!' Atiye bir su içip sokağa çıktı. Lacivert çizgili bi top yuvarlandı.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)