22 Ocak 2014 Çarşamba

AYKE

Bir insan tedirginse, güvende hissetmiyor ve güven duymuyorsa o insanı kolay kolay korkutamazsınız. Çünkü şüpheleri O'na duvarlar ördürür;
evinin tüm kapılarına kilitler vurdurur;
dikenleri her an çıkmaya hazır durur;
perdelerini açmadan, sadece aralayarak dışarıyı gözetleyen kâlp bekçileri olur...
O her zaman savaşmaya hazır bir yorgundur... 
Fakat güvende olduğuna emin olan biri tüm gezegenlerin arasında kalkansızca kendini yollara vurur. 
Ayke 4 yaşındayken bırakıldı yetimhâneye. Ailesi devletin O'na kendilerinden daha iyi imkânlar sağlayacağına inandığı için bu yolu seçti. Torpille, ne yapıp ederek yerleştirdiler sabîyi. Yılda iki sefer de halası ve amcasıymış gibi ziyarete geldiler... Yargılamak, sorgulamak, acıklı hislere boğulmak bize düşmez; belki gerçekten bu yol bildikleri en doğru yoldu... Belki-... Neyse... Dolayısıyla 18 yaşına gelip üniversitedeki yurda yerleşene kadar burada kaldı Ayke... Mezun olup anaokulu öğretmeni olduğunda da ilk iş minik bir ev tuttu kendine. Sevinçle! Çocukluğundan bu yana zihninde milyarlarca kez döşediği evine, sessiz sakin uykusuna sonunda kavuştu! 
Ayke, evindeki ilk gecesine kadar hiç ama  hiç gönül rahatlığıyla uyumamıştı.
Yetimhanedeyken yaramazlığın ya da çocuklara nereden geldiğini anlayamayacağınız canîliğin ortasında uyudu. 
Sert mîzaçlı gece nöbetçilerinin mîzaçları gibi sert kontrol seslerinin ortasında, 
annesiz ve babasız çocuklara özgü öfkenin, 
geceleri kaybolan eşyaların,
uykuda yürüyüp başka yataklara işeyen oda arkadaşlarının ortasında uyudu. 
Ailesi bütün bu geceleri tahmin ederek mi adını Ayke koymuştu acaba? 'Sık ağaçlı orman' manâsına gelen adıyla, kendi ruhunun aralıklarına saklansın, kimsecikler O'na yaklaşamasın diye mi?... 
İşte nihâyet kendi evinde Ayke ve tamamen güvende... 
Bu gece ilk kez çocukluğu, anıları, saçları, şimdiki zamanı ve tüm zamanları emin ellerde... 
Bütün kalkanlarını bırakmış hâlde daldı uykuya; duvarları şeffaf ve huzurlu bir ruhla... 
Kalbinin bütün askerlerini şaraplı müzikli eğlencelere saldı...
Tüm elbiselerini bulutların arasındaki iplere astı; çırılçıplak kaldı.
Ve uykuya daldı... 
İşte böyle savunmasız bir hâldeyken kâbus görürseniz büyük bir hâyal kırıklığı yaşarsınız... Çok ama çok korkarsınız... 
En güvende hissettiğiniz yerde birden karanlıkta kalırsınız...
Korkunç bir kâbus gördü Ayke... 
Korkudan kalbinde binlerce at huysuzlandı...  
Koşuşturan atların üstüne yağmurlar boşaldı... 
Gökdelenlerin camları parçalandı...
Sırtındaki şehrin gölleri, baharın ortasında aniden dondu!
Bir zencefilin çığlığı duyuldu.
Yıldızlar dudaklarını ısırarak sustu.
Bir baykuş acılarını kustu.
Ağaçlar gözlerini yumdu.
Sarhoş bir katil sokak aralarına koştu.
Yaşlılar sukunluğunu bozdu.
Bebek bir karınca, babasının yumruğunu tuttu.
Her yer tozdu.
(Bir ara, rüyasında yürüyen bir balıkla karşılaştı Ayke; ancak rüyasında ayağa kalkabilen bu sevimli balığı hemen denizine yollayıp uyandırdı ki, kâbusu bir de balığı incitmesin... Ayke bir balığın kahramanı olunca, rüya tanrıları Ayke'ye de bir kahraman yolladı.) 
Bir kadın evlerin arasından koşarak atlardan birinin sırtına atladı; 
atın kulağına kim bilir ne fısıldadı; emrine âmade at, kadını kargaşanın ortasına taşıdı.
Sepetindeki çiçekleri Ayke'nin uykularına serpti kadın, atı da sırtına alıp evlerin damlarına konarak rüyadan kayboldu. Uzaktan bir yerden Ayke'ye bir uyanış şarkısı duyuldu.
...
Ayke uyandı. 
Dudağında bir uçuk, 
baş ucunda çiçekli bir elbise,
göğsünde çatlak bir taşa dönmüş kâlp,
tavanda alamadığı nefeslerden olma minik pembe bulutlar,
ayakkabısının içine kaçmış bir cam parçası...
Ve...
Gözlerinde basit şeyleri bile becerebilmesi için gereken cangücü...



Hiç yorum yok: