20 Kasım 2013 Çarşamba

TADİLÂT NEDENİYLE, İBLİSİN KRALIYIZ!





İster börekçi Emine Teyze olsun, ister çıtır hemşire; ister sahnelerin yıldızı olsun, ister 5 çocuk büyütmüş bi anne; ister liseli bi taze olsun, ister akıl vermeyi kendine iş edinmiş bi yenge, fark etmez... Sonuçta karşındaki kadınsa çok ama çok dikkâtli olacaksın cânım efendim... Özellikle muayyen güne 5 kala...
Sevgili er kişi; bu yazı hepimiz adına yazılmış bi bildirgedir; hem itiraf hem sır niteliğindedir ve emin ol,bu yazı her hâlükârda sana bir hediyedir ... Bu yazı sayesinde anlam veremediğin her davranışın sırrına erecek, kadının habis bir iblise dönüştüğü anlarda nasıl davranacağını bileceksin. Bileceksin diyorum! Lâfımı bölme!...  Afedersin, ne diyordum?... 
Hah! Durum şu ki; hormonlar allak bullak olunca kadının başından çok kötü şeyler geçer:
Bu zor günlerde ne giyersek giyelim yakışmaz, en azından bize öyle gelir...
Eşsiz ve değeri anlaşılmamış bir çiçeğe, yüzü unutulmuş bir aktriste, narin bi kelebeğe dönüşürüz;en azından bize öyle gelir... 
Belli bi seviyenin altındaki her müzisyen Ferhat Göçer'e dönüşür, her yerde kıyamet düdüğü etkisiyle kulağımıza ilişir; en azından bize öyle gelir...
Her zamanki rujumuzu sürünce aniden beşinci sınıf türkücü teyzeye benzeriz, en azından bize öyle gelir...
Çok ses yapan komşuyu, sokakta lâf atan şuursuzu, herhangi bir müşteri temsilcisini pompalı tüfekle infaz etmek isteyebiliriz...
Ağzını şapırdatan arkadaşımıza kin besler, parfümle tüm gemiyi batırabilecek bir yolcuya içimizden çok ayıp küfürler ederiz...
İlk uyandığımızda sesimizle olsun, tipimizle olsun Erkin Koray'ı , Erol Evgin'i, kişiye göre Erol Büyükburç'u , İlhan İrem'i  andırabiliriz; en azından bize öyle gelir...
Her adımımız, yere attığımızı birer tekmedir...  Kafamız korkunç senaryolar üreten muhteşem bir yazar ekibiyle dolar; sıkı çalışıp dakikada 8-10 kırıcı hikaye yazabilirler...
Kimse telefonlarımıza çıkmaz, facebookta- twitterda-instagramda görünmezleşiriz; en azından bize öyle gelir...
Ruhumuzun bi yerlerinde sürekli Halil Sezâi çalar; O 'İiissyaaaağğn!' dedikçe ayaklanırız... 
Çoğumuza hiç yakışmasa da kendimizi şirin ve mızmız birer kızçocuğu gibi hissederiz... 
Sesimiz çıkmaz, sipariş verene kadar canımız çıkar, asansörler daralır; Allah belamızı verir! ... Eh; en azından bize öyle gelir...
Dünyanın geri kalanı elinde kadehlerle 'hahaha' diye eğlenirken, bir köşede yalnız bırakıldığımızı hissederiz...
Nesli tükenmekte olan bi örümcek türü için ya da dandik bir reklâmı izlerken ağlamaktan çatlayabiliriz; insanlık elden gidiyordur çünkü; en azından bize öyle gelir...
Lâf sokarız, göz büzeriz,'Yeter be yeter!' deriz... 
Herkes gerizekâlıymış da bir biz akıllıymışız gibi hissederiz...
Herşey imkânsız, zor ve boğucu bi hâl alır...
Uykuyla aynı yatağa asla sığmayacak ne kadar kötü anı, ters olasılık, keder ve öfke varsa gece başımıza üşüşür...
Şişmanlar, kurdeşen döker, üşür ve aynı anda sıcaklarız...
Saçlarımıza kesinlikle söz geçmez; o saçı adam etmeye kollarımızın gücü yetmez... 
Zaten zor geçen bugünlerde toplu taşım yolcuları, sokaktaki insanlar, vapurlar ve tramvaylar bize düşmanca davranır; en azından bize öyle gelir...
Bundan böyle hayatımıza yeni ve güzel birşey girmeyeceği gibi, var olan güzelliklerimizi de bir bir kaybedeceğimizi düşünür hatta hayal eder, kendimize acırız... Lanetleniriz; en azından bize öyle gelir...
Çiçekler, yemekler ve perdeler bi gıcık kokar; en azından bize öyle gelir...
Çikolata, turşu, dondurma vs... gibi tehlikeli şeyler dışında bi dostumuz kalmaz şu fâni dünyada; en azından bize öyle gelir...
Başka şehirlerdeki akrabalarımızı özler, doyasıya gözyaşı dökeriz; tüm dünyayı terbiye edecek bilgiye ereriz; en azından bize öyle gelir...
Yıllar önce yarım bıraktığımız bi kavganın finâl cümlesi nihayet aklımıza gelir; şeytanca ve zehirlidir... 
Biz adım attıkça apartmanın merdivenleri çoğalır; iş arkadaşlarımız gevezeleşir; herkes bizi gıcık etmeyi iş edinir; en azından bize öyle gelir...
Beceriksizleşiriz, sık sık gözümüz dalar; dünyadaki tüm bebekler aynı anda ağlar; en azından bize öyle gelir...
Rengimiz değişir, dünyanın rengi de...
Okuduğumuz roman, izlediğimiz film, dinlediğimiz şarkı bize ' al başını git artık, bir adaya yerleş, domates yetiştirerek yaşa.' der; en azından bize öyle gelir...
Tiyatroda önümüze Hidayet Türkoğlu oturur, bakkal bilmediğimiz bi dilde konuşur; en azından bize öyle gelir...
Bilgisayarımız yavaşlar, telefonumuz hiçbiyerde çekmez, kırk yıllık sevecen komşumuz 1 günlüğüne çirkinleşir; en azından bize öyle gelir...
Tüm yemekler bozulur, sevdiğimiz tüm meyvelerin mevsimi geçer (1 günde diyorum ya!) ...
Zeki Müren' i özleriz ve evet, Zeki Müren de bizi özler; en azından bize öyle gelir...
... 
Geliiirrr ve... korkmayın, muhakkak geçer... Hiçbirşey olmamış gibi, feleğin çemberinden geçen biz değilmişiz gibi, ruhumuzdan sinsi canavarlar hiiiç geçmemiş gibi kendimize geliriz...
Yıllar geçse de her seferinde bu belirtilere hayret ederiz; etkiler geçince 'haaa... Regl yüzündenmiiiş...' diye idrak ederiz. Herşey bittiğinde ise oluruz bi Madonna! (En azından bize öyle gelirrr;)
Özetle birkaç saat ya da gün (kişiye göre değişir) idare ediniz efendim... İdare ediniz beyfendiciğim, idare ediniz bebe ruhlu karşı cinsim... Çünkü bizi ya içtence şefkât ya da donanımlı bi şeytan çıkarma ayîni aklar böyle günlerde...
Derin bir nefes alınız, tanınmaz hâle gelmiş kadına gülümseyiniz; aklınıza güzel bişeyler getirip kadını oyalayacak bi malzeme bulunuz... Sevgiyi seçiniz, kazanan siz olacaksınız. Böyle günde tatlılığını esirgemeyen adam candır, canandır, cânım efendim; efendilerin şâhıdır...


Sabır, sabır ve sabır diliyorum ...




Hiç yorum yok: