Bir seferinde, Urfa' daki 8 seyircili konserinin dönüşünde, evde ilginç bir hediyeyle karşılaştı. Genelde saat, koldüğmesi, el oyması santranç takımı yahut eşi için küpeler gönderirlerdi. Fakat bu kez, üzerinde not olmayan bir paket ve bu paketin içinde de bir eşine, bir de Necmi Efendi' ye göre şalvar vardı ; tuhaf! Çok tuhaf... Urfa' dan göndermiş olmalılardı; adam şöyle bir gülümseyip, şalvarları ortalığa bıraktı. Hemen ardından giren eşi Nergis Hanım, şalvarın yeşil ve pembe rengine tav olup giyiverdi üzerine... Üzerindeki külotlu çoraptan ve dizaltına uzanan etekten kurtulmuşken, çamaşırından da kurtuluverdi. Şimdi sadece şalvar ve kendisiydi... İncecik kumaşının hiç ağırlığı yokmuş gibi, hoş bir serinlik geldi. Nergis Hanım çok hafiflediğini hissetti. Ciddiyetiyle tanınan bu hanımefendi, şalvarın rahatına erdi. Hiç olmadığı kadar dişiydi, kendiydi ve aslında en kaba-saba hâliydi.Her kıyafet kendi beden diline sahipti; bu şalvarın hareketiydi... Verdiği çıplaklık ve mahremiyet hissi, kadının yürüyüşünü değiştirdi: Daha bir işveli, daha bir becerikli ve en önemlisi daha bir senli-benliydi... Hiçkimse Nergis Hanım' ı böyle sereserpe, böyle serin ve böyle güçlü görmemişti. Bir şalvar hafifliği nelere de kâdirdi! Bir o tarafa bir bu tarafa yürüyüp kendini bir beğendi ki sormayın. Yılların soğuk nevâle Nergis Hanım'ı, olsu başımıza mahalleli Nergis Abla:
Dobra;
kalçaları davetkâr;
yemekleri insanı gezdirir diyar diya;
sanki herkesten neşeli bir sır saklar; bir adım attı mı yürekleri yakar...
Tambûri Necmi Efendi kapıda aniden belirdi; bir şey unutup geri dönmek hiç âdeti değildi; gitti mi birkaç günlüğüne gider, yorgun argın ancak dönerdi. Şimdi bu nasıl bir rezillikti? Nergis Hanım mahcûbiyetini gizleyemedi; başını yere eğdi. Sonuçta O bir hanımefendiydi; şalvarla fingirdemek de neydi? Fakat ne yaptı Necmi Efendi? Belki 30, belki 41 yıl sonra ilk kez, acemi bir delikanlı gibi avuçları terledi, ne yapacağını bilemedi, gözleriyle odayı gezdi. Kendi şalvarını görünce aklına bir fikir geldi: Şalvar giyip karısının düşüne yükselecekti, giydi. Kısa bir idrak süresinden sonra özgürleşiverdi. Tuttu karısını elinden, bahçeye çıktılar ayaklarına birşey giymeden, sabaha kadar ağaçtan erik toplayıp yiyerek, yıllar sonra gülüşüp sevişerek, toprak iziyle kirlenip keyif sürerek gürültü yaptılar...
Geri kalan hiçbiryerde değil, tam o ağacın altındaydılar.
Kıçlarında şalvar,
saçlarında yıldızlar,
ellerinde yapraklar,
bacaklarında atalarından kalma rahatlıklar,
topraktan gelen karıncalar
ve nihayetinde aşk vardı.
Hayatı yaşamanın ve bir kadınla bir adamın aşkı...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder