Uyku, herkesi olduğu gibi bırakıp sokağa kaçtı...
Vapura binip karşıya geçmek istedi; denizin ortasında yolu kesildi, yine de bir taka ile yolculuğuna devam etti. Sahilden yürüyüp Fındıklı'ya saptı... Kaçan başka uykularla Kazancı Yokuşu' nda tanıştı.Yürüdü.
Şehirdeki uyku kaçağı bütün gözleri,sözleri yaktı... Çünkü canlar, evler, dallar,tavşanlar ve çocukların içi yanmaktaydı...
Yürürken kırık kafaların, travmalı kalplerin, yaşaran gözlerin, ıslak adımların arasında kaldı...
Aynı kıyafeti giymiş çok sayıda adamın etrafı yakıp yıktığını gördü.
Uykusuz evlerin içinden çıkan ümit şıngırtılarını duydu.
Bir kızın kafasından kopup uçuşan saçlara dokundu.
Havada adice yayılan kibir kokusuna boğuldu.
Damağına gencecik ve haksız ölümlerin tadı yapıştı.
Uyku, bir köşeye çekilip ağlayarak kustu. O sırada kafası olmayan bir adam kolundan tuttu. Uyku çok korktu; kafasının olması gereken yerde koca bir taş vardı adamın. İlk kez taş kafalı bir adam görüyordu. Düşünmeden edemedi: 'acaba O da uyuyor muydu? Onun da uykusu kaçıp saklanıyor muydu? Bu adam birilerini öpüyor, birilerine gülümsüyor muydu? Bu adam da eskiden çocuk muydu? '
Taş kafalı adam O' nu sürükleyerek iyice dövdü. Gözlerini kurtarıcı ablalarının kollarında açtı; ağabeyler ve ablalar bütün imkansızlıklarını hayat kurtarmak için seferber eden doktorlardı. Taş kafalı adam yine gelip ağabeyler ve ablaları da götürdü; 'doktorları, anneleri, avukatları, yaralıları, civcivleri ve zürafaları bir meydanda toplayıp gizlice yakacaklar!' diye korkunç cümleler uçuşmaktaydı.
Uyku , bebeklerin rüyasından parmak ucunda yürüyerek uzaklaştı... Aman, onlara birşey olmasındı; onlar güzel uyusun ve büyüsün diye sayısız kedinin canı kaldırımda kalmıştı... Yavaşça uzaklaşıp koşmaya başladı.
Bir ara sokakta su püskürten, metal ve kötü kalpli bir fille karşılaştı; milyonlarca yıllık ömründe ilk kez, Uyku sudan dayak yedi. Tam kendine gelmişti ki, kalbinin içinde incecik bir eksiklik hissetti.
Bir daha kimsenin olamayacağı gibi, Uyku da eskisi gibi olmayacaktı; belli... Avuçlarında çiçekli rüyaların yanı sıra, kanlı kabus kırıntıları birikmişti. Çok ama çok bitkin ve bir o kadar ümitliydi.
Nihayet parka vardı. Burada hayat masalsı, inançlı ve inatçıydı. Biraz ağaçlara tırmandı, biraz şarkı çaldı, ah! bu birliktelik biraz da acıklıydı. Toprağın üstünde birbirinden farklı türde canlıların adımları, böcekler, ümitler ve yerinden sökülmüş insan gözleri vardı. Ara sıra görünmeyen bir yerden gelen bozuk bir sesin anlamsız kelimeleri, neredeyse delirmelere neden olacaktı; neyse ki olamadı. Islak ve acı çamurların ortasında herkes toplandı; dilini bilmediğimiz bir ağabey şehrin ve korkuların ortasında saatlerce piyano çaldı. Tanrım; yoksa bu bir rüya mıydı? Evden kaçan Uyku, bir yerlerde dalıp kalmış mıydı? Hayır ne rüyası' Herşeyden daha gerçek bir an olduğunu hatırlatırcasına, yağmur yağdı. Havada notalar, yağmur damlaları ve adalet duygusu birbirine karıştı...
Anlaşıldı; uyku bu gece yatakta değil, çadırda kalacaktı... Sabaha karşı, bir barış şarkısının ipinden tutup Ankara' ya vardı. Dünyanın öbür ucundaki atlar aniden huysuzlanıp saldırganlaştı. Dünyadaki her masumun aklı da uykusu da Ethem' in cenazesinde ağlamaktaydı. Uyku, bu cenazeyle kendinden bir parçayla da vedalaştı. Durdu.
Öylece,
susarak,
en büyük çığlığı atarak,
kıpırdamadan,
nefesini ve geleceğin elini tutarak...
durdu.
'Duran adam' diye kahramanlaşarak durdu.
Yorgundu. Bir kelebeğe kondu; kelebek şimdi can suyuydu... Rüyaları ve kabusları kelebek kadar tozluydu...
Yolunu buldu. Köprüyü yürüyerek ve iyilikler dileyerek geçti.
Döndüğünde evde kırgın bi kadın buldu. Uyku kaçınca küçülmeye başlayan kadın, Uyku' yu kolundan tuttu; biraz olsun uyudu. Kimbilir yarın olacaklar hangi delinin oyunuydu...
(Uyku, yorganın içine kendi boyunda bi yastık koyup, rüyaların birinden 'ödünç aldığı' bir kazmayla kuyu kazıp kaçıyor; geceliğiyle ağaçların arasına koşuyor. Halâ... )
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder