Yapmak. Sadece işleyen ışıldayan kadında değil; atalete, kasvete kapılarak kendi cenderesinde sıkışıp kalan kadında dahi bir ‘yapmak’ yoksunluğu, arzusu vardır. Şöyle ağız tadıyla atalete, kasvete bile kapılamaz. Çünkü ‘yapmak’ bir varoluş, bir kendini gerçekleştiriş yoludur. Sadece varlığı yetecekken, varlığını ‘yapmak’la kuvvetlendirmekse artık içgüdüsel hâle gelmiş bir şeydir. İşkôlik olur, annelikte, ofiste, atölyede, masasında, setinde, ev hanımlığında, tüm ama tüm rollerinde bir şeyler yapar durur. Buradaki ‘durur’ lâfın gelişidir. Durur gibi görünürken sıradaki yapılacaklar listesini yapmaktadır. Bu listede yemek yapmak da vardır, efendime söyleyeyim, şirketle ilgili sıkı bir organizasyon da, çocuğun okul bilmem nesi, kitap yazmak, cilt bakımı, kan tahlili, bakın çekirdek çitlemek diyorum, bilmem kime alınacak hediye diyorum, yüksek lisans da yapmak, kısır filan da… Çok ama çok şey yapmak. Peki ‘yapmalara’ ‘varolmalara’ doyamayan, her şeye gücü yeten bu kadın cinsi neden erkek cinsine göre bu kadar çok hastalanıyor? Yahu %80 daha çok hastalanıyormuşuz; özellikle bağışıklık sistemine bağlı hastalıklarmış yaygın olan. Neden? Bilimsel araştırmayı güncel bir dille özetleyeyim; duygularımızı içimize attığımız içinmiş! Ya öf! Bütün o duyguları var ya, kar topu fırlatır gibi tutup fırlatmak geliyor içimden. Öyle sadece ortadoğuda filan değil ha, tüm dünyada olay böyle. Kadının her yaşta farklı bir vesileyle kutsiyeti, O’nu ideal, mükemmele yakın, doğru, düzgün olmaya mecbur kılıyor. Ne büyük bir yük! Ne ağır. Küçükken kız çocuğu olmanın ‘şekerliği, narinliği’, ergenken ‘güzelliği, erdemi, dokunulmazlığı’, gençken ‘becerikliliği, dişil enerjisinin sâfiyeti’, bekârken bekârlığı, efendim evliyken evliliği, hamileylen ohooo doğurganlığı, anneyken anneliği, of yıldım … Kutisyetle ezilen, bastırılan duygular vücuda zehir gibi sirayet ediyor. Yapmayın Allah aşkına. Yapmaylım… Bu içine atlamar durduk yere huyumuz olmadı tabii; yaftalanmalar maftalanmalar, ataerkil kültürler mültürler. Artık konumuz bunlar olmasın , yeter. Bugün itibâriyle kendimize bir söz verip salalım mı hayvanı? İçimizdeki kanlı canlı kahkahaları, öfkeleri, özlemleri, herşeyi, ne var ne yok bakalım (çanta temizler gibi meselâ) ; her birini fırlatalım. A Ne demek ya biriktirip biriktirip hastalanmak, lütfen. Duygu zehirlenmesi gibi, (iptâl, iptâl, iptâl) . Yürüyün kızlar, fırlatıyoruz tüm duyguları… Günümüz kutlu olsun dünyanın tüm kadınları! Oh be!
CANGAMA
Yazılarda geçen olay, durum ve kişiler tamamen hayal(hakikat) ürünüdür. Cangama gözümde, aklımda, gönlümde canlanan 'şey'leri yazdığım bir köşe-i geyiktir...
8 Mart 2024 Cuma
8 Mart 2023 Çarşamba
Dişil Güce Çağrı
Bastırılan şeylerin biçim değiştirip, hâl, hareket değiştirip patlamak gibi bir huyu vardır. Bastırdığın iyi ya da kötü bir duygu da olsa, bir insan, bir bilgi de olsa; o sıkıştığı yerden patlayarak, kabuklar çatlatarak çıkar ortaya. Çıkıyor da.
Her nerede hapsolduysa, sindirildiyse, susturulduysa özgür kalsın dişil gücümüz. Hepimizde var, her şeyde!
Nasıldır bu güç? Nedir bu enerji? Dişil enerji; hayata daha kolay uyum sağlayan, sezgi ve duyguların hakim olduğu bir enerji türü işte. Daha çok kadınlarda bulunan bu enerji, daha affedici ve hoşgörülüdür. Şefkâlidir. Dişil enerji üretkendir, doğurgandır, yapıcıdır, bereketlidir. kuvvetlidir. Her birimizde hem eril enerji, hem dişil enerji vardır. Bu enerjilerin dengesi bozulduğunda üretkenlik, affedicilik başta olmak üzere bir çok konuda denge bozulur.
Ben bu sene, bu 8 Mart’ta tüm kadınların Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nü, günümüzü kutlarken, tabiatta bulunan tüm dişil enerjiyi yardıma çağırıyorum. Kadınlarda, erkeklerde, toprakta, ağaçta suda, her nerede uyuyorsan uyan dişil gücüm! Günün kutlu olsun. Sana çok ihtiyacımız var. Bizi affet ve kuvvetinle sarıl bize…
Sevgimle…
8 Mart 2021 Pazartesi
ÇAMAŞIRCI KADINLAR
Bu sene Lorca’nın Çamaşırcı Kadınları’ndan esinlenerek karar verdim başlığa.
Bu kadınlar bildikleri ve bilmedikleriyle; sustukları ve söyledikleriyle dünyayı döndüren, durduran kadınlardır. Yaşam onların iki dudağının arasından dökülen şeylerle akar, yıkarlar... arındırırlar... konuşurlar ve susarlar.
Tebrikler dünyayı döndüren tüm kadınlar.
Pandemide hepimizi, tüm kadınları eşitleyen bir hâlde bulduk kendimizi değil mi kızlar?
Evet, devamlı kadın-erkek eşitsizliğinden söz ediyor olsak da kadınlar arasındaki eşitsizlik toplumların gizli hastalığıdır. Kadınlar arasındaki eşitsizlik öyle erkeklerinkine benzemez güzellerim, benzemez bebeklerim, benzemez bacılarım...
Kadınlar arasındaki eşitsizlik sıcaktır, ateşlidir, iğnelidir, dolambaçlıdır ve en önemlisi yaşama ve hatta çok sayıda yaşama etki eder. Hahaha, nasıl da anladık birbirimizi hemen!
Şimdi bu yazının üstüne alkollü bir şey sıkıp temizleyin (okurken bir yandan da, boş durmamalıyım bişey yapmalıyım demeyin, bi boş duralım yav, boş duralım azıcık ay, yok duramayız ki) ve beraber günümüzü kutlayalım bebeklerim!
Pandemi kadınları bir yerde eşitledi; aslında zaten apaynı olduğumuz mevzuular iyice su yüzüne çıktı. Evde yaşam! Çamaşır, temizlik, çekmece toplama, uzun atlama, banyo silme, Allah'ım! eve giren her şeyi ama her şeyi silme, yemek yapma, hatta ey ahali ‘ekmek yapma’ diyorum yauu (ekşi mayalı hem de be! ), ütü yapma, ayıklama, yıkama, yağlama, dans! Dans, dans, dans, dans, dada dans, dans!
Starlar aynı hizaya geldi; ekranların starları da, gişelerin, evlerin, tüm sektörlerin starları da aynı hizada; herkes kendi evinden, penceresinden ışık saçıyor ve topluyor şimdi. Yıldızlarla, kar yağışıyla, ırmaklarla aynı hizadayız.
Tüm kimliklerimizi eve sığdırmaya çalışıyoruz; başardıklarımız da başaramadıklarımız da oluyor; eve sığmayan hallerimiz, kapıda kalan, yataktan çıkmayan, topuklu ayakkabılarını özleyen, sokakta kahve içen halimiz. Sevgili, anne, çalışan, koşan, duran, düşleyen, isyan eden halimiz, vs... Doğruya doğru, çok kişiyiz her birimiz; tüm benliklerimizle işte burada evimizdeyiz.
Bravo bize, şahaneyiz!
Gelelim pandeminin starlarına! ‘Kahramanlarına’ kızlar; ‘gizli kahraman’ demiyorum; gepgerçek, anlı şanlı kah-ra-man!
Evden çalışan kadınlar!
Hatta artırıyorum; evden çalışan anneler! Tanrıçalar! Kadınlığın kitabını yazanlar, saygılar... Önce bizim günümüz kutlu olsun, ilkin evden çalışan biz anneleri kutlayıp sonra devam edelim değil mi? Teşekkür ederim...‘Evden çalışan kadın’ demek; ev hanımı görevlerinin tamamını yerine getirip üstüne bir de çalışan kadın demek. ‘Üstüne’ yanlış kelime oldu; ‘arada-derede’ çalışan kadın; ‘öyle-böyle-vay be!’ çalışan kadın.
Zoom toplantıları, canlı yayınlar, benim gibi kanepede ses kaydı alanlar, yazanlar, donla oturduğu yerden müşteri hizmeti verenler, yüzünde yastık iziyle muhasebecilik yapanlar, sigortacılar, evden çalışıyor diye iş yükü hayvan gibi artanlar, yemek yapıp satanlar, sosyal medyacılar, bütün bu işleri becerirken evi ev yapanlar ve daha bir sürü! Evden çalışan kadınlar! Helâl! Kutluyorum, saygılar!
Çocuğuna arkadaşlık, öğretmenlik, doktorluk, hemşirelik, hatta ağaçlık, pizzacılık, köpeklik yapanlar ; çocuğuna eş, dost, akrabalık yapanlar; evde öğrencisi olan yüce kadınlar...
Kutluyorum; kırmızı halılar...
Dünyayı döndürenler!
Size de merhaba; pandeminin evde kalma avantajından (eh çok tatlı avantajları da var çünkü) zerre kadar fayadalanamayanlar...
Pandemi nedeniyle işi sekteye uğrayanlar; yine enfes durup güzelce yoluna devam edenler... Kutluyorum, sevgiler!
Siliyoruz, siliyoruz, öf be!
(Çamaşır vs bunlar işse öteki şeyler ne kardeşim? Hem ütü yapmak hem de ne bileyim rakamlarla içli dışlı muhasebecilik vs nasıl ‘iş’ olur? Adaşlık mı bu şimdi? Bence bunların adı başka şey olsun; ehemmiyetini, zorluğunu ve ferahlığını iyi ifade eden bir isim bunlunsun bunlara bu sırada lütfen.)
Siliyoruz, siliyoruz, oh be!
Biz mi evde kaldık, ev mi bizde kaldı belli değil. Çiş yaparken oje sürenler, kendine şefkat göstermeyi ihmâl etmeyenler, çekmece toplayanlar ve daha bir sürü! Kutluyorum, çiçekler!
Tenhâlarda köpek gezdirenler, evliliğin, aşkın ilmini yapanlar, boş duvara bakarken yaşamın anlamını sorgulayanlar ve daha bir sürü! Kutluyorum, şiirler!
Temizlik yapmaktan zevk almaya, yaptıkça ferahlamaya başlayınca inceden tedirgin olanlar; gardrobunu cillop gibi ayıklayanlar; dizi izlerken çamaşır katlayanlar, aklından yollara düşenler, kendini taklit edecek kadar yabancılaşanlar ve daha bir sürü! Kutluyorum, şarkılar!
Kelimeler bayatladı, ‘özlemek’, ‘yorulmak’ (a! resmen kelimeler kifayetsiz arkadaşlar! Demek böyle bir şeymiş, demek daha önce de bu deyimi doğuran bir aralıkta kalmış insan denen safım.) Kendini yeni dilde ifade etmeyi becerenler! Tebrikler, öpücükler!
Kısıtlı hayat koşullarında patlayıp çatlayıp çiçek açanlar, yanıp yanıp küllerinden doğanlar, üretenler, işleyip ışıldayanlar, kendi içinde yolculuğa çıkanlar, ayıklayanlar, temize çekenler... Tebrikler, güller!
Pandemiyle güncellenen sektör koşullarına uyum sağlayıp kendini yenileyenler; kendine güzel, çok güzel, sevdiceğine bakar gibi bakanlar... Kutluyorum, yıldızlar!
Yıkıyoruz, arındırırıyoruz, sadeleşiyoruz; oh be!
Uzaktan eğitimin aşırı sıkıcı ve mantıksız ortamını verimli hale getirmeye çalışanlar sizi kaç kez kutlayayım, bilemedim. Tebrikler, gülücükler!
Pandemiyi verimli geçiren kadınlar, alsında başka yerde olmak isteyip bulunduğu yerle iyi kucaklaşanlar, çiçek açanlar... Kutlu olsun! Büyük emek hepsi, bravo be!
Bu yaşam koşullarında güzel ilişki sürdürmeyi becerenler, çok büyük emek çünkü her türlüsü, güzel arkadaş/eş/evlât/iş arkadaş/komşu vs olmayı becerenler... Tebrikler, mücevherler!
‘Beni unuttun canım’ diye hissedenler; özür dilerim güzelim, her nerede ne yapıyorsan kutluyorum, kucaklar!
Gerçi olan biten hakkında yazmak için çok erken; şimdi yaşamak zamanı, yanlış anlaşılmasın, bu bir kutlama yazısı sadece; ‘Helâl be!’ yazısı, “Ha gayet! Dayan! Her delirecek gibi olduğunda bir kabuk attığını bil, bravo sana, bana, bize!” yazısı.
Dünya emekçi kadınlar günün kutlu olsun kadınım!
Bayılıyorum sana, bana, bize!
Helâl be!
7 Mart 2020 Cumartesi
8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü Yazısıdır.
7 Mart 2018 Çarşamba
SIRLAR
14 Mart 2017 Salı
GEVEZE
O'na bir şey anlatmaya başladığınızda ne kadar güzel güldüğünü, gülmeye yer arayan bir neşe avcısı olduğunu bilirsiniz: Gülerken gözlerinden geliveren yaşlar da, sık sık ağladığının, yaşların düşüşe hazır beklediğinin işareti gibidir, hissedersiniz.
Çalıştığı dükkanda işiniz uzar da, molasına denk gelirseniz, asla yorulmayan biri olduğuna emin olursunuz. On beş dakikalık aralıkta bin tane işi halledip üstüne bir de sigara içer çünkü...
Şöyle bir üstüne başına göz attığınızda bütün renkleri yanında istediği çarpıverir gözünüze. Sevdiği herkesi bir arada göremeyince paniğe kapılan çocukları gibi, sevdiği renkleri bir arada tutarak rahatlayan hoş bir hanım efendi...
Fakat O'nu ne kadar izlerseniz izleyin, tam on dokuz aydır niçin konuşmadığını anlayamazsınız. Annesi ve babası anlamadı, doktorlar ve akrabalar, komşular ve arkadaşlar anlamadı; ikizi ve kuzeni, öğretmeni ve süt annesi anlamadı... "Feryal neden sustu?" artık neredeyse sorulmaktan vazgeçilmiş, cevabı beklenmeyen, usulen dile gelen bir soruydu.
Bundan on dokuz ay önce ailecek köy ziyaretine gittiklerinde son sözlerini bahçelere, son seslerini yıldızlı serinliklere bıraktı ve bir daha ağzını bıçak açmadı. Feryal omuzlarında dünyanın yükünü taşımasına rağmen sürekli kahkaha atan yengesiyle çok iyi geçinirdi. Bu ziyaretleri Feryal için eğlenceli ve cazip kılan yegane şey yengesinin bitmeyen esprileriydi.
Köyde kaldıkları süre boyunca kiraz ağaçlarına dalmaya ve şalvarla gezip derenin kenarında boş boş oturmaya, damda uyumaya bayılırdı... İşte böyle bir dam uykusu sırasında, gündüzün ortasında, yeşillik ayıklayan yengesinin ayak ucunda oldu olan. Aşağıdaki çocuk seslerinin arasından ok gibi fırlayan bir top, tüm gücüyle çarptı kafasına Feryal'in. Gökyüzünden düşen bu tuhaf yumrukla uyanan kızın etrafına üşüştü herkes. Sular, kolonyalar çarpıldı yüzüne, parmaklar şıklatıldı kim bilir hangi rüyadan uyanmış gözlerine, soğanlar koklatıldı burnuna... Sessizce uyandığı uykunun içinden hayretle izledi Feryal herkesin telaşını, hastaneye giderken yanından yıkılıp yıkılıp giden kavakları, anne ve babasının sözsüz kavgasını... Ne köydeki doktor, ne evlerine dönünce gidilen uzmanlar anladı Feryal'in neden konuşmadığını. Okuluna, yarım günlük işine; sevdiği müzisyenlerin konserlerine, aile yemeklerine; köpeğiyle veterinere, saçını kestirmek için kuaföre gitti; konuşmak konusunda bir adım ilerlemedi. O top kafasına geldiğinde Feryal'in aklı neredeydi, uykusu hangi zamanda-kimlerle geçmekteydi, gözlerini açmadan hemen önce bıraktığı şey neydi, sahi, susmadan önceki son sözü neydi? Ancak kendi bilirdi... Sustu işte "Söyleyeceklerim bu kadar." der gibi, "Yeterince konuştum, anlamadınız." der gibi, sessizce sokulup ağlar gibi, bir sırrı herkesten saklar gibi (burası melodik), sustu...
Olsun, iyiydi böyle: Hem sessizlik binlerce kelimeden bin kat daha geveze...
8 Mart 2017 Çarşamba
KÜPELER
İlk işimiz kendimize güvenmek. Şuradan başlayalım; birine güvenmek için neye ihtiyaç duyarız?
Peki, neden korkarız?
Bilinmeyenden, istemediğimiz ihtimallerden, yok olmaktan, kaybetmekten, başarısızlıklardan vs... Korkumuzun asıl kaynağı ise kendimizi bütün bunlar için hazırlıksız hissetmemizdir. O halde her şeye hazır olduğumuzu hatırlayacağız. Hatırlamaya ihtiyacımız var, çünkü tüm zamanların, tüm toplumların zencileriyiz biz: Varoluşumuz, sürekli rahatsız edilerek, uyuşturularak temelinden sarsılmış. "Yazık bize, ay çok nariniz, kıyamam ne de kırılganım." demek yerine yol kat etmeyi başardığımız için hala buradayız: Eksiğimizle, gediğimizle; inkarlarımız ve gerçeklerimizle; müsaade ettiklerimiz ve etmediklerimizle; zaaflarımız ve ilhamlarımızla; işvemizle, cilvemizle buradayız. Ruhumuz ve bedenimiz göz göze, diz dize, onca mesafenin ve kötü kalpli misafirlerin arasından bakıyor birbirine. Özetle, bilsek de bilmesek de her şeye hazırız.