8 Mart 2017 Çarşamba

KÜPELER



"Bir çocuğa bağırdığınızda, ruhu bedeninden birkaç gün ya da bir kaç metre uzaklaşır." Batı Afrika Atasözü

Hepimiz birer çocuğuz: Zayıflıklarımız ve kuvvetimizle; düşlerimiz ve düş gücümüzle; yaşadıklarımız ve henüz yaşamadıklarımızla...
Şiddete maruz kaldığımızda ruhumuzla bedenimiz arasında giren mesafeye nelerin sığabileceğinin farkında mıyız? El-alemin hakkımızdaki kararları, görünmez parmaklıklar, sesimizi yutan canavar sesleri, düşlerimizi örten kirli battaniyeler... Başlangıçta rahatsızlık veren bu istenmeyen misafirler, kendimizden kopuşumuz nedeniyle azalan gücümüzü fırsat bilerek yatıya kalabiliyor. Bu korkunç bir olasılık gibi görünse de, tüm engellere rağmen, kendimize kavuşmak için her şeye sahibiz: Muhtaç olduğumuz kudret, kulaklarımızdaki fingirdek küpelerde mevcuttur!
İlk işimiz kendimize güvenmek. Şuradan başlayalım; birine güvenmek için neye ihtiyaç duyarız?
Birini hatalarıyla, riskleriyle, becerileri, davranışları ve kişisel hikayesiyle tanımamız, ona güvenmemiz için sağlıklı bir zemin yaratır, değil mi? O halde kendimize güvenmek için hemen şimdi kendimizle yeniden tanışmaya  başlamalıyız. Şimdi. İlk kez gördüğümüz birine bakar gibi bakalım kendimize: Gözlerimizin içinden hangi sorular geçiyor? Tam de kendimiz gibi hissettiren yegane hissin adı ne? Canımızı en çok ne sıkıyor bu sıralar? Bizi en çok ne heyecanlandırıyor? Sürekli hayal ettiğimiz;  sadece  "hayal" adıyla kalacak kadar çok hayal ettiğimiz şey ne? Olmasını istediğimiz/istemediğimiz her şey için hazır mıyız? En cesur hissettiğimiz an hangisiydi? Göz yumduğumuz için her gün bizi boğan eller kimin  ve gözlerimizi açmak için neyi bekliyoruz?  Ve daha birsürü!
Peki, neden korkarız?
Bilinmeyenden, istemediğimiz ihtimallerden, yok olmaktan, kaybetmekten, başarısızlıklardan vs... Korkumuzun asıl kaynağı ise kendimizi bütün bunlar için hazırlıksız hissetmemizdir. O halde her şeye hazır olduğumuzu hatırlayacağız. Hatırlamaya ihtiyacımız var, çünkü tüm zamanların, tüm toplumların zencileriyiz biz: Varoluşumuz, sürekli rahatsız edilerek, uyuşturularak  temelinden sarsılmış. "Yazık bize, ay çok nariniz, kıyamam ne de kırılganım." demek yerine yol kat etmeyi başardığımız için hala buradayız: Eksiğimizle, gediğimizle; inkarlarımız ve gerçeklerimizle; müsaade ettiklerimiz ve etmediklerimizle; zaaflarımız ve ilhamlarımızla; işvemizle, cilvemizle buradayız. Ruhumuz ve bedenimiz göz göze, diz dize, onca mesafenin ve kötü kalpli misafirlerin arasından bakıyor birbirine. Özetle, bilsek de bilmesek de her şeye hazırız.
Gözünde morluk olanın da, kalbinde kırık olanın da; sırtında yara olanın da, sesi kısılmış olanın da; topuğundan vurulanın da, yarım maaş alanın da şiddete maruz kaldığının bilincindeyiz; el eleyiz. Şiddetin sadece fiziksel değil; psikolojik, ekonomik, düşünsel ve türlü türlü bir çok yolla geldiğini artık hepimiz biliyoruz; dayaktan beter sözlere, kurşundan ağır koşullara dayanmak yerine, kendi şarkılarımızın içinden emin adımlarla geçebileceğimizi de... Kalçalarımızın dansı da yakışıyor bize, hamilelik de; kariyerlerimizi ışıldatmak da tam bize göre, becerikli ellerimizle hayata çeki düzen vermek de...
Hafızamız bizden çok ama çok eski...  Biz unutsak kemiklerimiz, toprağımız, nefesimiz, suyumuz hatırlar sahip olduğumuz cevheri. İşte tam da bu yüzden, yepyeni bir sayfa açar gibi, masum bir çocuğu dinler gibi, dinleyelim kendimizi... Eminim, inanıyorum; gelir gerisi!
Dünya Emekçi Kadınlar Günümüz Kutlu olsun...
Sevgimle...

Hiç yorum yok: