O'na bir şey anlatmaya başladığınızda ne kadar güzel güldüğünü, gülmeye yer arayan bir neşe avcısı olduğunu bilirsiniz: Gülerken gözlerinden geliveren yaşlar da, sık sık ağladığının, yaşların düşüşe hazır beklediğinin işareti gibidir, hissedersiniz.
Çalıştığı dükkanda işiniz uzar da, molasına denk gelirseniz, asla yorulmayan biri olduğuna emin olursunuz. On beş dakikalık aralıkta bin tane işi halledip üstüne bir de sigara içer çünkü...
Şöyle bir üstüne başına göz attığınızda bütün renkleri yanında istediği çarpıverir gözünüze. Sevdiği herkesi bir arada göremeyince paniğe kapılan çocukları gibi, sevdiği renkleri bir arada tutarak rahatlayan hoş bir hanım efendi...
Fakat O'nu ne kadar izlerseniz izleyin, tam on dokuz aydır niçin konuşmadığını anlayamazsınız. Annesi ve babası anlamadı, doktorlar ve akrabalar, komşular ve arkadaşlar anlamadı; ikizi ve kuzeni, öğretmeni ve süt annesi anlamadı... "Feryal neden sustu?" artık neredeyse sorulmaktan vazgeçilmiş, cevabı beklenmeyen, usulen dile gelen bir soruydu.
Bundan on dokuz ay önce ailecek köy ziyaretine gittiklerinde son sözlerini bahçelere, son seslerini yıldızlı serinliklere bıraktı ve bir daha ağzını bıçak açmadı. Feryal omuzlarında dünyanın yükünü taşımasına rağmen sürekli kahkaha atan yengesiyle çok iyi geçinirdi. Bu ziyaretleri Feryal için eğlenceli ve cazip kılan yegane şey yengesinin bitmeyen esprileriydi.
Köyde kaldıkları süre boyunca kiraz ağaçlarına dalmaya ve şalvarla gezip derenin kenarında boş boş oturmaya, damda uyumaya bayılırdı... İşte böyle bir dam uykusu sırasında, gündüzün ortasında, yeşillik ayıklayan yengesinin ayak ucunda oldu olan. Aşağıdaki çocuk seslerinin arasından ok gibi fırlayan bir top, tüm gücüyle çarptı kafasına Feryal'in. Gökyüzünden düşen bu tuhaf yumrukla uyanan kızın etrafına üşüştü herkes. Sular, kolonyalar çarpıldı yüzüne, parmaklar şıklatıldı kim bilir hangi rüyadan uyanmış gözlerine, soğanlar koklatıldı burnuna... Sessizce uyandığı uykunun içinden hayretle izledi Feryal herkesin telaşını, hastaneye giderken yanından yıkılıp yıkılıp giden kavakları, anne ve babasının sözsüz kavgasını... Ne köydeki doktor, ne evlerine dönünce gidilen uzmanlar anladı Feryal'in neden konuşmadığını. Okuluna, yarım günlük işine; sevdiği müzisyenlerin konserlerine, aile yemeklerine; köpeğiyle veterinere, saçını kestirmek için kuaföre gitti; konuşmak konusunda bir adım ilerlemedi. O top kafasına geldiğinde Feryal'in aklı neredeydi, uykusu hangi zamanda-kimlerle geçmekteydi, gözlerini açmadan hemen önce bıraktığı şey neydi, sahi, susmadan önceki son sözü neydi? Ancak kendi bilirdi... Sustu işte "Söyleyeceklerim bu kadar." der gibi, "Yeterince konuştum, anlamadınız." der gibi, sessizce sokulup ağlar gibi, bir sırrı herkesten saklar gibi (burası melodik), sustu...
Olsun, iyiydi böyle: Hem sessizlik binlerce kelimeden bin kat daha geveze...